13 Ocak 2013 Pazar

Yazım Doğruları

yazım doğruları


  Buradaki hikâyeler, bağlaçların ve eklerin nasıl yazıldığını öğretmeyi amaçlamaktadır.

MEKTUP


  Postacı kapıya geldiğinde saat 10.00’du. Hakan kapıyı açtı, postacıdan mektubu aldı ve postacının uzattığı kâğıda "ıslak imza"sını atarak resmi işlemi tamamladı. Ta uzaklardan; ülkenin bir ucundan gelen mektubu açtı ve okumaya başladı:

  Hala operasyondayız, durumumuz iyi. Kendimize bakıyoruz, dışarıda dikkatli davranıyoruz ve kimseye, kimliğimizi ortaya çıkaracak bir açık vermiyoruz; ancak kaybettiğimiz dostlarımız var, bunu sen de biliyorsun. En son Ali Baba’yı kaybettik; Ercan da ölü bulundu. Eve nasıl girmişler bilmiyoruz, kapı zorlanmamış, pencereler açılmamış, şöminenin bacasında dahi iz bulamadık ama merak etme konuyu araştırıyoruz.
Gökay

  Hakan eski bir istihbarat casusuydu. "Büyük Operasyon" sırasında bel kemiğine isabet eden bir kurşun yüzünden iş göremez olmuştu. Onu çürüğe çıkaran bu olaydan sonra işi tamamen bırakmamış, bunun yerine ülkenin bir ucunda bulunan dostlarıyla sürekli irtibat halinde kalarak örgütün, bulunduğu şehirdeki yapılanmalarına karşı gizli bir savaş vermeye başlamıştı.

  Hakan’ı, Ercan’ın, öz kardeşinin ölümü derinden etkilemişti. Evinde bir o yana bir bu yana dolaşarak kendi kendine intikam yeminleri ediyordu. Onun örgüt tarafından değil; istihbarat tarafından öldürüldüğünü düşünüyordu. Ali Baba’nın da öldürülmüş olması bunun kanıtı olmalıydı.

  Bu nedenle bir plan hazırlayıp istihbaratın merkez binasına girdi. Çok yetenekli ve tecrübeli bir casus olan Hakan, istihbarat binasındakileri sessizce öldürmeye başladı. En sonunda başkanın odasına girdi ve başkanı da öldürüp aynı sessizlikle dışarı çıktı.

  Ertesi gün gazeteler büyük bir sansasyonun haberini yaptılar. İstihbaratı çökerten hainin kimliğini her yerde yayımladılar. Televizyonda Hakan’ın resimlerini gören Ercan ise tüm bu olanlara anlam verememişti. Hakan’ın akli dengesinin yerinde olmadığını biliyordu; ancak bu kadarı fazlaydı.

  Evet, Ercan ölmemişti; ölen tek kişi, Ercan’da ölü bulunan Ali Baba’ydı. Gökay, "Ercan’ın evinde" anlamını sağlayacak bulunma eki –de’yi ayrı yazmıştı; bu da –de’ye dahi anlamını vermişti. Sonuçta Ercan’ın da öldüğünü zanneden Hakan, işin içinde iş olduğunu düşünüp boş yere intikam almıştı.

TÜRKÇEDEKİ ÜÇ FARKLI –Kİ


  Türkçede üç farklı "ki" vardır. Bunlardan birisi sıfat yapan –ki, diğeri zamir yapan –ki ve sonuncusu ise –ki bağlacıdır. Sıfat veya zamir yapan –ki’ler bitişik yazılırlar. Çünkü onlarda ait olma anlamı vardır; onlar sözcüklere aittirler, onlardan ayrılmazlar. Tıpkı etle tırnak gibidirler: "Etteki tırnak veya etin üstündeki tırnak."

  Lakin -ki bağlacı diğerlerinden farklıdır. O ayrı yazılır; çünkü o kendini diğerlerinden farklı görür. O bağlaç ki kendisini hiçbir şeye ait görmez. Hepsine mesafeli davranır. Ayrıca o bir bağlaçtır; yani bağladığı cümlelere eşit uzaklıkta durmalıdır. Bu felsefeyle hareket eden –ki bağlacı, bu nedenle ayrı yazılır. Ayrıca onu cümleden kaldırdığınızda size bozulmaz, o size bozulmadığı için cümlenin anlamı da bozulmaz: "O kim ki karşısındaki ses çıkaramıyor." örneğinde olduğu gibi. Şimdi de diğer –ki’yi çıkartalım: "O kim ki karşısındaki ses çıkaramıyor."
"Bazen anlam öyle bir değişir ki, kelamı eden bilse söylediğinden utanır."

HEP AYRI DÜŞENLER


  Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir cadı varmış… Bu cadının evinde, sürekli kaynayan bir kazan, hiç susmayan bir papağan, bilenmiş birkaç bıçak, samandan bir yatak ve yazı yazdığı boş bir tahtadan başka hiçbir şey yokmuş. Fazla eşyaya gereksinim duymayan bu cadı, insanları etkileyecek büyüler yapmaya bayılırmış.

  Cadının yaşadığı yerdeki insanlar her şeyi birlikte yaparlar ve hiç ayrılmazlarmış. Cadı bu durumdan çok rahatsızmış ve onları birbirlerinden ayırmanın yollarını arıyormuş. Bunun için daha önce de büyüler yapmış; ancak hiç biri insanlar üzerinde etkili olmamış. Bu nedenle günlerce pazarda dolaşıp onlara kulak vermiş.

  Cadı en sonunda, insanları en çok kendi dilleriyle etkileyebileceğini keşfetmiş; çünkü oradaki insanlar dillerini yazıya dökerken bile yalnızca kelimeler arasında boşluk bırakırlarmış. Bu onların birlikteliğinin bir sembolüymüş. Bu nedenle cadı, kelimeleri birbirlerinden daha fazla ayırabilmek için uğraşmış. Çatlak Kazan’ında kaynattığı pis sularla kelimeleri kirletmiş ve bir kısmını lanetlemeyi başarmış.

  Cadının büyüleri işe yaramış. Mesela; –mı, -mi, -mu, -mü'ler soru sormak için kullanıldığı zamanlarda, kendisinden önceki kelimeden ayrı yazılmaya başlanmış. "Şey" sonuna geldiği eklerden hep ayrı yazılmış; her şey, bir şey, tek şey gibi… O zamana kadar yapışık ikiz muamelesi gören "ya" ve "da" ise bir daha hiç, bir araya gelememişler.

  Denir ki, o günden beridir insanlar ahbaplıklarını ve birlikteliklerini unutmuşlar ve ufak tefek oyunlara gelip birbirlerinden kolayca ayrılmışlar. Kendinden ayrılanları yok saymışlar, kendi taraflarına gelmeyenlere ise saydırmışlar…

DİL ÜSTADI


  Bir zamanlar, belgisizlik anlamı taşıyan "birkaç" kelimesi hep ayrı yazılırmış. İnsanlar mektuplarında, metinlerinde veya yazınlarında "birkaç"ı daima ayrı kullanırlarmış. Bir gün bir adam, memleketinden dönmek üzere olan karısına yazdığı bir mektupta istediği birkaç şeyi sıralamış. Dilini kullanmasını iyi bilen ve dil kurallarına dikkat eden bu adam, istediği o birkaç şeyi yazarken önemli bir hatanın da farkına varmış. Bunun üzerine Dil Kurumuna bir mektup göndererek "birkaç"ın, yazımda ne kadar yanlış kullanıldığını belirtmiş:

    Değerli Dil Kurumu üyeleri,
  Geçen günlerde eşime yazdığım bir mektupta, isteklerimi sıraladığım esnada önemli bir şeyin farkına vardım ve sizi bu konuda bilgilendirmek istedim. Bana, "birkaç"ın ayrı yazılmasının yerinde olmadığını düşündüren mektubumda şunları söylüyordum: "Karıcığım, memleketinden gelirken getirmeni istediğim bir kaç şey var: Elma hoşafı, cevizli börek, tereyağı, sirke ve zeytin." O an fark ettim ki aslında "birkaç" ile belirttiğimiz şeyler birbirinden bağımsız olmayan, bir arada olan şeyler. Örneğin; birkaç adam, birkaç elbise, birkaç hediye, birkaç istek… Mademki "birkaç" ile belirttiklerimiz arasında bir bağ var; öyleyse neden "birkaç"ı ayrı yazıyoruz?

  İşte o gün bugündür "birkaç", bir daha hiç ayrı yazılmamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder