18 Eylül 2014 Perşembe

Tanrının Yalnızlığı

neden yaratıldık

  İlâh olan; yani tek olan, daha dünya ya da evren yokken, insanoğlunun canlı, cansız ya da metafizik olarak tanımladıkları henüz yaratılmamışken vardı. Henüz zaman, mekân ve varlık bilinmiyordu. Bunları ilâh olanın kendisi de bilmiyordu.

  İlâh olan kendi varlığını sorguluyordu; nerede olduğunu, orada ne kadar zamandır olduğunu, kendisi dışında bir başka varlığın olup olmadığını. Etrafta başka birileri yok gibiydi. Kimse onunla ilgilenmiyor, onunla konuşmuyor ve hatta görünmüyordu bile. Bu nedenle ilk olarak yalnızlığı öğrendi ilâh olan. Yalnızlık, bilinmeyenin içinde bir başına olmak ve mücadelenin yükünü tek başına çekmekti.

  Bir an için yalnız başına kalmanın çaresizliğini hissetti ilâh olan, çaresizliğin ne olduğunu öğrendi. Sonra büyük bir öfke belirdi içinde. Çünkü ne yapacağını bilemediğini düşündü bir an için. Çaresizlik öfkeyi doğurmuştu adeta. Fakat içinde bir yerlerde, kötü olarak addettiği bu hislerin tam zıddının olduğunu da keşfetti. Çaresizlik yerini umuda bıraktı; öfke ise sevince.

  Umut, dayanma gücü vermişti ona. Ayrıca yalnızlığını yıkma cesaretini ve içindeki bilgeliğe ulaşma azmini de. Kendi içine döndü yavaşça, önce bir ayna yarattı ve kendisini görmek istedi fakat ayna boştu. Çünkü o aslında hiçbir şeydi, aynı zamanda da her şey.

  Sonra zamanı düşündü; bilgisi ve düşünceleri onu geçmişinin sonsuzluğuna götürdü fakat aynı zamanda onu an’a getirdi. Sonsuz zaman kadar yaşamış olanın bilgisine sahipti; lakin hiçbir şey eskimediğinden ya da değişmediğinden geçmişten bahsedebilmek imkânsızdı.

  Mekânı düşündü ilâh olan, ne bir yerdeydi ne de hiçbir yerde. Varlığını taşıyanın büyüklüğü önemli değildi zira o her yerdeydi aynı zamanda da hiçbir yerde. İlk olarak zamanı yarattı ve kendi varlığının bilincine vardı. Zaman ilerliyordu ve akıp giden her an zihninden geçen düşünceler değişiyordu. Zamandan sonra ise mekânı yarattı ve düşünsel varlığı vücut buldu ancak bunlar yeterli değildi; bilinmek, keşfedilmek istiyordu ilâh olan çünkü kudreti, başkaları tarafından görülmedikçe hiçbir önem arz etmiyordu.

  Neden sonra tekrar kendini düşündü ilâh olan. Özüne kadar indi, varlığının farkına vardı ve iğne ucu kadar bir noktadan parlayarak dört bir yana dağıldı. Adeta bilgisi kendisinden taşmıştı. Yarattığının her bir noktasına varıp o noktayı şekillendirdi. Hem en mükemmeli oynadı hem de en kusurluyu. İşte bu dengeydi.

1 yorum:

  1. Sen ilâh değil de bizim ıssız adadaki Robinson'u anlatmışsın :)

    YanıtlaSil