18 Kasım 2014 Salı

Zaman Algısı ve Zamanı Tanımlamak

zamanda ileri gitmek


  Zamanı nasıl tanımlarsınız? Zaman, Newton'un da söylediği gibi evrendeki tüm yapılardan ayrı olarak ele alınması gereken bağımsız bir değişken midir? Bunun artık böyle olmadığı biliniyor; çünkü Newton'dan sonra dünyaya gelen bir başka dahi bize bunu kanıtladı: Einstein. Einstein'ın Özel Görelilik Kuramı'na göre zaman, üç boyutlu evrenin dışında tutulamayacak bir olgudur. Einstein bunu uzay-zaman olarak tanımlıyordu. Yani Einstein'a göre uzay ve zaman, aslında birbirlerini doğrudan etkileyen olgular.

  Bu kurama göre tüm varlıklar ve varlığın fiziki olayları izafi, yani görecelidir. Zaman, mekân ya da hareket birbirinden ayrı değerlendirilemez. Yani, evrensel olarak etrafımızda akan mutlak bir zaman dokusu yoktur; zaman, objenin hareketine göre değişkenlik gösterir. Daha iyi anlaşılması açısından Einstein'ın sözlerine kulak verelim:

  "Zaman ancak hareketle, cisim hareketle, hareket cisimle vardır. O halde; cisim, hareket ve zamandan birinin diğerine bir önceliği yoktur. Galileo'nin Görelilik Prensibi, zamanla değişmeyen hareketin göreceli olduğunu; mutlak ve tam olarak tanımlanmış bir hareketsiz halinin olamayacağını önermekteydi. Galileo'nin ortaya attığı fikre göre; dış gözlemci tarafından hareket ettiği söylenen bir gemi üzerindeki bir kimse, geminin hareketsiz olduğunu söyleyebilir."


  Görebileceğiniz üzere Einstein, zamanın, cismin ve hareketin ayrı şeyler olmadığını söyler. Cisim zamanla, zaman cisimle, mekân hareketle ve hareket mekânla alakalıdır. Dolayısıyla hareketin olmadığı bir yerde zamandan söz edilemez -çünkü mutlak hareketsizlik halinde zaman durmuştur-.

zaman dördüncü boyut  Einstein, daha sonra ortaya attığı Genel Görelilik Kuramı'yla, kütle çekimini de işin içine dahil eder. Einstein'ın Kütle Çekim Kuramı Newton'ınkinden farklıdır. Newton, kütle çekimini cisimlerin üzerine doğrudan etki eden çizgisel bir kuvvet olarak düşünmüştü ancak Einstein bundan daha farklı bir açıklama yaptı: Kütle çekimi, belli ağırlıklara sahip olan cisimlerin, uzayın dokusunu bükmelerinden kaynaklı bir çekilmedir. Tıpkı, -çok klasik bir örnek olsa da- gergin bir çarşafın üzerine konan bir kürenin çarşafı içe doğru bükmesi gibi, uzayda yer alan kütleli cisimler de uzayı içe doğru büküyorlar. Eğer çarşafın içerisine daha hafif bir küre koyarsanız bu kürenin, çarşafın büzüşen kısmına doğru ivmelendiğini görürsünüz. Aynı şekilde, evrende de daha küçük kütleli cisimler, büyük kütleli cisimlere doğru ivmelenmektedir.

  Eğer uzay ve zaman -daha önceki genel kabulün tersine- birbirinden ayrı düşünülemezse, kütleli cisimlerin uzayın dokusunda yarattığı bükme hareketi zaman için de geçerli olmalıdır. Eğer zaman bükülüyorsa evrenin her yerinde zamanın aynı şekilde aktığı düşünülemez.

  Kara delikleri mutlaka duymuşsunuzdur. Kara delikler, ağır kütleli yıldızların, ömürlerinin son aşamasında içe doğru çökmeleriyle oluşur. Eğer yıldızın kütlesi, örneğin Güneşimiz kadarsa bir kara deliğe dönüşmez; çünkü yıldızın içerisindeki elektronların dışa doğru uyguladığı basınç, kütle çekiminin neden olduğu çökme kuvvetini karşılayacaktır. Eğer daha ağır bir kütleye sahipse bir nötron yıldızına dönüşecektir. Burada kütle çekimine karşı koyan güç, elektronların yarattığı basınç değil farklı bir fiziksel etkileşimdir. Lakin yıldızın kütlesi oldukça fazlaysa, yakıtını tamamen tükettiği an içe doğru çökmesini engelleyebilecek hiçbir kuvvet kalmaz ve yıldız içe çöker. Daha ayrıntılı bilgi için: Kaynak

  Kara delikler, sıfır hacimli ve sonsuz yoğunlukta kabul edilen cisimlerdir. Kütle çekimleri o kadar fazladır ki; ışık bile bu kuvvetten kaçamaz. Eğer bir kara deliğin üzerine ışık tutuyor olsaydınız, ışığın kara deliğe doğru eğrilerek yol aldığını ve kara deliğin içinde kaybolduğunu gözlemlerdiniz. İşte, tam bu nedenle onlara kara delik diyoruz; içinden ışık bile kaçamadığı için tamamen karanlıktırlar ve onları fark etmek, hele de karanlık uzay boşluğunda fark etmek imkansızdır. Tabii onları görmenin bazı yolları var; merak ediyorsanız buraya.

kara deliklerde kütle çekimi

Olay ufku sadece 75 kilometre genişliğinde olmasına rağmen 10 güneş kütlesine sahip, dönmeyen bir kara deliğin 600 kilometre uzaklıktan simülasyon görünüşü. Bu kütlede bir kara deliğin, bu uzaklıkta yarattığı ivmelenme, Dünya yüzeyindekinin yaklaşık olarak 400 milyon katıdır - Vikipedi

  Bu kadar inanılmaz bir kütleye sahip oldukları için, tahmin edebileceğiniz gibi, uzay-zaman dokusunda yarattıkları bükülme de haliyle fazla oluyor. Bir kara delik ne kadar fazla kütleye sahipse, uzay-zamanda o kadar eğriliğe neden oluyor. Bu sebeple kütle çekimi etkisi çok fazla ve dahası, kara deliklerin etrafında akan zaman diğer uzay cisimlerinin etrafında akan zamana göre daha yavaş. Yani eğer bir kara deliğin çevresinde dolanabilseydiniz, orada geçirdiğiniz beş yıllık bir ömür; dünyadaki yedi yıllık bir ömre denk gelecekti -Bu süre tamamen kendi varsayımım, isabetli bir matematiksel hesap yapabilecek olan varsa buyursun-.

  Aynı şekilde, uzay boşluğunda hızla ivmelenme de sizi zamanda yavaşlatacaktır. Işık hızına ne kadar çok yaklaşırsanız zamanda o kadar yavaşlarsınız; çünkü zaman yavaşladıkça kalp ritimleriniz de yavaşlar, hareketleriniz ve tüm zihinsel-fiziksel fonksiyonlarınız da; ancak siz bunu fark edemezsiniz. Size göre zaman oldukça olağan şekilde akıyorken, dışarıdan bakan bir gözlemci sizin oldukça yavaş hareket ettiğinizi söyleyecektir.

  İnanılması güç şeyler gibi duruyor ancak bunların olabileceği çoktan kanıtlandı bile. 1971 yılında yapılan bir deneyde, zamanı neredeyse mükemmel bir hassasiyetle ölçebilen bir atom saati yerde hareketsiz bırakılırken bir diğeri çok yüksek hızda uçan bir jet uçağının içerisine yerleştirildi. Uçaktaki atom saati yerdekiyle karşılaştırıldığında bu iki saatin farklı işlediği görüldü. Hareket eden uçaktaki atom saati, yerdekinden saniyenin birkaç milyarda biri kadar yavaştı.

  Gördüğünüz üzere hem ivmelenme hem de kütle çekiminin zaman üzerindeki etkisi oldukça büyük. O halde Newton'un zaman konusundaki düşüncelerini çöpe atabiliriz. Zaman mutlak değil; algısaldır. Anda yaşayan ile dışarıdan bakan bir gözlemci için zamanın akış hızı birbirinden tamamen farklı olabilir ve bu farklılık, onların hareketlerine ve durumlarına ilişkin bir değişkendir.

  Zaman, üç boyutlu uzayın bir parçası olmasına rağmen, uzayda sahip olduğumuz hareket özgürlüğüne zamanda sahip değiliz. Uzayda ileri-geri, sağa-sola ya da yukarı-aşağı hareket edebiliyorken zamanda yalnızca ileri doğru hareket edebiliyoruz. Zaten zamanda geri hareket edebilme gibi bir şansımız olsaydı, yarattığımız paradokstan ötürü gelecekte var olamayabilirdik. Biraz etraflıca düşünürseniz, geçmiş zamanda yaptığımız en ufak bir hareketin bile tüm insanlık tarihini değiştirebilecek bir fırtınaya neden olabileceği çıkarımında bulunabilirsiniz. Şöyle ki; eğer zamanda geriye gidip bir arının yolunu değiştirmesine neden olursanız, arı döllemesi gereken çiçeği dölleyemeyecek. Yalnızca bir çiçeğin döllenememesi bile, seçimlerdeki tüm diğer değişimleri etkileyecek ve bunun sonucunda belki de insanlık tarihi bir nedenden dolayı çok farklı bir yere gelecek. Sizin atalarınız olması gereken kişiler ya hiç var olmayacak ya da çok farklı bir yere göç edecekler. Dolayısıyla siz hiç var olmamış ya da farklı koşullarda yaşıyor olacaksınız. Bu durumda zamanda geriye gitmenize neden olan koşullar da oluşamayacak. Dolayısıyla siz zamanda geriye gitmemiş olacaksınız. İşte bu, zamanın paradoksu.

  Zamanı, üst üste dizilmiş farklı şekil ve boyutlardaki elmalar olarak düşünün. Piramit şeklindeki bu yapının en üstündeki elma bugünü, altta kalan elmalar ise geçmişi temsil etsin. Eğer piramidin altındaki elmalardan birinin yerini değiştirecek olursanız, o elmaya göre üst üste yerleştirilmiş olan tüm elmalar çökecektir. Dolayısıyla dizilim değişmek zorunda kalacaktır. Yani zamanın tüm yapısı değişmek zorunda kalacaktır.

  Peki ya zaman algısı da neyin nesi? Zaman algımız hangi şartlar altında değişiyor? Pek çok durumda zamanı algılayış biçimimizin inanılmaz bir şekilde değiştiğine şahit olmuşsunuzdur. Mesela en sevdiğimiz oyunu oynarken ya da en sevdiğimiz diziyi izlerken, belki de en sevdiğimiz insanla otururken zamanın nasıl da geçip gittiğini anlamayız. Bize keyif veren şeyleri yaparken ya da çok meşgul olduğumuzda zaman hızlıca akıp geçer ancak bize acı veren şeyler yaşıyorken zaman geçmek bilmez. Bu, duygusal durumumuzun neden olduğu bir yanılsamadır; yani fiziksel bir gerçekliği yoktur. Bir saat, fiziksel anlamda her zaman bir saattir ancak bize günler gibi uzun gelen bir saat, bir başkası için saniyeler kadar kısa gelebilir.

  Özellikle farklı deneyimler yaşadığımız anlarda zamanın hızlıca geçip gidiyor oluşu, beynimizin o işe odaklanmış olması nedeniyle gerçekleşen bir yanılsamadır. Dolayısıyla fiziksel evrende olduğu gibi algısal anlamda da mutlak bir zaman kavramı yoktur. İnsan, iç dünyasında koca bir evren barındırır ve Einstein'den öğrendiğimiz üzere, evrenin mutlak bir zaman dokusu yoktur. Yalnız burada şöyle bir ayrıma gitmek zorundayız: Fiziksel âlemde ışık hızına yaklaştığımızda zamanda yavaşlamamıza rağmen bunu fark edemeyiz ancak söz konusu algılarımız olduğunda zamanın geçip gitmediğini söyleyebiliriz.

  Zamanda yavaş ilerlediğimiz algısını yaratan etmenler arasında kimyasal ya da doğal yollarla üretilen ve bireyin algı, düşünce, duygudurum ve motor işlevlerinde değişiklikler yaratan maddeler de sayılabilir. Bu maddeler, esrar, sihirli mantarlar ve salvia gibi uyuşturucu maddeler ya da LSD ve DMT gibi psychedelic olarak tanımlanan halüsinojen maddeler olabilir. Bu maddelerden biri kullanıldığı taktirde, zaman algısında farklı derecelerde değişiklikler gözlenir. Örneğin esrar kullanan bir kişi yirmi dakikalık bir deneyimi bir saat olarak algılarken DMT kullanan bir kişi 15 dakikalık bir deneyimi 1000 yıl olarak algılayabilir. Bu, kullanılan maddenin içerisindeki farklı kimyasal yapıların beyinde sebep oldukları etkileşim ve reaksiyonlarla ilgilidir. Kullandığınız maddenin güçlü etkisi, zaman algınızı daha önce hiç yaşamadığınız bir şekilde değiştirerek size, zamanın ötesine geçmiş olduğunuz hissini verebilir.

voyager 1 sondası
  Belki de yalnızca birkaç yüz bin yıldır var olan insanoğlu, dünyaya ya da dünyada oluşan hayata kıyasla oldukça az bir ömre sahip. Belki de bu nedenle gelişmeye, ilerlemeye ya da zamanı daha dikkatli kullanmaya uğraşıyoruz. Bazılarımız, hayatı kaçırmamak için -az uyumak pahasına- her şeye yetişmeye çalışırken bazılarımızsa zaman algısını yavaşlatarak anın tadını çıkarmaya çalışıyor. Her ne yaparsak yapalım, şu gerçek hiçbir zaman değişmiyor: Evrende, önemsenmeyecek kadar küçücük bir yerdeyiz. Dünya, 6,4 milyar kilometre uzaklıktan küçücük soluk bir nokta kadar, bir pikselin yarısı kadar gözükürken Aristo'nun, Dünya'yı Samanyolu'nun merkezine alarak kurduğu modelin ne kadar da gülünç olduğunu anlıyoruz. Belki de bu bize, insanoğlunun kibirli ve benmerkezci olduğunu gösteriyordur?

  Bu uzunca yazıyı, bir öneriyle bitirmek istiyorum. Bu şarkıyı dinleyin; ama acelenizin olmadığı bir günde yürüyüş yaparken ya da kâğıda bir şeyler çizerken ya da küçük bir taşı yontarken dinleyin. Müziğin sesini açın ve asla müziğe odaklanmayın; düşüncelere ya da yaptığınız işe odaklanın. Belki bende yarattığı "zamanın yavaşladığı" hissini sizde de yaratır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder