18 Eylül 2015 Cuma

Bir Paralel Dizi: Kayyip



Aklıma çok orijinal bir dizi senaryosu geldi: Devletini, despotluk ve ağır abilikle idare eden bir cumhurbaşkanı bir gün uçağa biner ve uçağı okyanusun ortasındaki tuhaf bir adaya çakılır -fakat içindekiler kurtulur-. Bu adanın dünyayla bağlantısı yoktur ayrıca iletişim cihazları da çalışmaz.

Okyanusun ortasında bir başına ve insansız gibi duran bu garip adanın aslında kendine has yerlileri vardır. Uçak kazasından sağ çıkanlar, dizinin ilerleyen bölümlerinde bu yerlilerle karşılaşacak ve onlara "the others" yani "ötekiler" diyecektir.

Adada çok garip şeyler olmaktadır: Mesela, siyah bir duman cumhurbaşkanının yakasını bir türlü bırakmaz hem de açık havada! Bu yüzden cumhurbaşkanının adaya hakim olur olmaz yapacağı ilk şey, bu lanet olası siyah dumanı adanın 4/3'ünde yasaklamak olacaktır. Sonra "the others"ı ötekileştirmeye ve adayı kutuplaştırmaya başlayacaktır. Ada, bir süre sonra o kadar kutuplaşacaktır ki manyetik etkiden dolayı bir anda ortadan kaybolup başka bir zaman diliminde ve başka bir yerde belirecektir (Buradan sonraki bölümlerde devreye paralel evrenler girecek). Sonrasında ise, paralel evren içindeki paralel bir adaya düşecek olan cumhurbaşkanı, gıcık olduğu herkese paralel demeye ve içeri attırmaya başlayacaktır.

Dizinin finalinde ise paralelleri birleştiriyorum ve olay bitiyor. Temel felsefesini, saldırgan baskı mekanizmasının kurguladığı ve şekillendirdiği kolektif bilinç kaybından alan bu dizinin adını "kayıp" koyacaktım; fakat biraz daha bizden olsun diye "Kayyip" olarak değiştirdim.


Orijinal metin: Twitter, yemreatasayar, 12 Ağu 2014

6 Eylül 2015 Pazar

Acizlik

Saat on ikiye geliyor. Dakikaların böldüğü bir üzüntüyle sıradanlaşıyor hayatım. Yine ayrılık, yine hüzün ama bu sefer suçlusu benim. İğrenç bir adam olmanın eşiğinden son anda dönerek, gerçekleri bir çırpıda ve en kolay şekilde söylemeye uğraşmış biri olarak benim.

Hayatın gönlümüze kıymık batırdığı bir dünyanın kıyısında yaşıyoruz sanki. Ya biri atıyor bizi o kıyıdan aşağı ya da biz birilerini itekliyoruz. Dünyanın en kahredici düzeni işte böyle ayrılıklarla şekilleniyor. İçimizi korkunç bir sis gibi kaplayan korkunun, hiddetin, aşkın, sevginin, şefkatin; iyi ve kötüye dair içimizde uyanan ne kadar his varsa, günümüzü iyi ve kötü eden ne kadar insan varsa, hepsinin üstesinden gelmeye çalışarak kaçıyoruz yaşamaktan. Yalnız kalma isteğinin dayanılmaz çekiciliğine kapılıp, yalandan ve dolandan arındırılmış gerçekliğin insanı aşağı çeken dalgaları arasında boğuluyor ve yarım kalıyoruz. Öyle ya, yalnız kalmak yarım kalmakla eş değer adeta...

Korkunç bir gerçekliğin ya da en azından gerçeklik sandığımız bir yanılsamanın kıyısına vurmuş olan cansız ruhumuzu harekete geçirmeye uğraşıyoruz. Yalanlarla, arkadan iş çevirmelerle, kendimize ait olmayan bir güzellik anlayışıyla paslandırdığımız; dokunarak, hissetmeyerek ve öyle düşündürerek kirlettiğimiz ruhumuzu beyhude yere palazlandırmaya çalışıyoruz. Bize gerekli olan asıl şeyi görmezden gelerek, sahte bir hayatın fiziksel yükü altında eziliyoruz.

Kötü biri olmadan yaşamaya çalışırken, elimizi ayağımıza dolayıp bocalıyoruz. Üstü kapalı sarf ettiğimiz güzel sözler ait olmadıkları yerlere yerleşmeye çalışırken her şeyi daha da berbat ediyoruz. Bunun için gerçekten ne kadar üzgünüz? Vicdanımız bizi ne kadar süre yakacak? Bu yazı bitene kadar mı? Sonra her şeye eskiden olduğu gibi devam mı?

Doğruyu söylemeye çalışırken bile söyleyemediğim, yanılmamaya ve yanıltmamaya çalışırken yanılttığım ve zamanımızı en güzel şekilde doldurmaya çalışırken boşalttığım için, aciz bir insan olarak üzgünüm...