13 Ekim 2015 Salı

Bizim Zorumuz Ne? Barışı Katlettiler, İnsanlığı Katlettiler, Bazılarıysa Oh Çektiler!

Ankara'daki bombalı saldırı, eşine sımsıkı sarıldı, yine de barış


Son birkaç günde, afedersiniz, son birkaç ayda ve hatta son birkaç yılda yaşadıklarımız, Türkiye'de sıradan bir gün oldu artık. Önce Türkiye'nin Güneydoğu sınırında, Suruç'ta yapılan o hain saldırı ve daha Suruç'un yaraları sarılmamışken Türkiye'nin tam göbeğinde, Ankara'da yapılan saldırı... Ve bu saldırıların denemesi niteliğindeki Reyhanlı saldırısı...

Gerçekten bok gibi günler geçiriyoruz. Cumartesi günü Ankara'daki -canlı mıdır cansız mıdır bilemem- bombalı saldırı haberini alınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü gibi hissettim. Geçtiğimiz aylarda, Soma'da gerçekleşen işçi katliamının haberini duyunca da böylesine bok gibi hissetmiştim. Acı üstüne acı, ülke adeta işçi ve emekçilerin, barış umuduyla yola çıkanların ve oraya buraya hesapsızca sürülen askerlerin, polislerin kanlarıyla ıslanıyor. Öyle ya, bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır!

Haberin şokunu atlattıktan kısa bir süre sonra, "Emek, Barış, Demokrasi Mitingi"ne giden ve Ankara'da olup, bu mitinge katılmış olabileceğini düşündüğüm arkadaşlarımı aradım. Neyse ki iyilermiş (Bunu duymak acımı biraz olsun hafifletti; ancak çoktan uçup gitmiş olan neşemi yerine getirmedi). Daha sonra, sosyal medyada ve haber sitelerinde dolaşan malum görüntüleri izledim. İnsanlar şok içinde; ağlıyorlar, çığlık atıyorlar, isyan ediyorlar, bir o yana bir bu yana koşturuyorlar. Kiminin arkadaşı ölmüş mitingde, kiminin ağabeyi, kiminin babası, annesi, oğlu, kızı, sevgilisi, nişanlısı... Etrafa ölüm kusan bir canavar, gencecik bedenlerdeki neşe dolu, barış dolu ruhu almış ve her yana savurmuş!

Bir kadıncağız çıkmış, patlamanın hemen ardından, "Barışı öle öle getireceğiz. Hepimiz ölsek de bu barış gelecek, bu memlekete! Barışı biz öle öle getiriyoruz. Çocuklarımız parçalanmış her yerde, parçalanmış!" diyor. İzlemeye gücünüz yeterse izleyin bir kez daha! Oradaki insanları, teröristlikle, vatan hainliğiyle suçlamadan önce izleyin! Orada ne işleri varmış, bile bile gittiler, hak ettiler demeden önce izleyin insafsızlar!

Beni gerçekten şok eden asıl şey ise, etrafımdaki bazı insanların söyledikleri oldu. Oradaki ölümlere üzülmeyenleri bir tarafa bırakıyorum, öldükleri iyi oldu, zaten onlar teröristti, onlar Kürttü diyenler mi ararsın, HDP bayrağının kana bulanmasından keyif alıp, her gün birinizi bir gün hepinizi yazan mı... Yahu, söylesene arkadaşım, bu nasıl bir vicdansızlık, bu nasıl bir düşmanlık, bu nasıl bir öfke? Bir de, "O kadar şehit verdik, bir gün bile yas ilan edilmedi." diyip kendilerini savunuyorlar.

Bizim derdimiz de bu ya zaten: Kimse ölmesin; ne asker, ne polis, ne de gerilla (İşte tam bu noktada ipler kopuyor çünkü onlar gerilla değil terörist). Analar ağlamasın diye söze başlayanlar, iş Kürt analarına gelince bir duraksıyorlar, bir es veriyorlar. Sonra da esip gürlüyorlar: "Kürt değil mi; hepsi aynı?" Tabii bir de şu var: "Her Kürt bir değildir!" Devletçi olan Kürt iyi Kürt; diğeri kaka Kürt. Hatta Kü-Kürt; yak gitsin!

Peki ya, Kürt olarak doğsaydın diyorum? Empati kursana biraz. Bu sefer de benim annem Kürt diyen de çıkıyor, ben Kürt olsaydım ekmek yediğim ülkeye ihanet etmezdim diyen de. Yav he tamam, sen en birincisin, sen en iyi Kürtsün kardeşim. Yılın Kürteni sensin! Ama o insanlara da hak vermiyor değilim. Bütün bir ömrünü devletin, medyanın ve toplumun yönlendirmesiyle, sınırlı kaynaklardan edinebildiği haberlerle ve biçimlendirilmiş tarih anlayışıyla geçirmiş bir insandan empati kurmasını bekleyemezsin.

Benim PKK'li arkadaşlarım da var, asker ve polis arkadaşlarım da. Sosyalist olan arkadaşlarım da var; ülkücü ya da Turancı olan da... Ben her kesimden insanı okumaya çalışan biriyim. Örneğin; polis olan arkadaşım uzun bir süre Doğu'da, dağların ardında görev yaptı. Özel Harekat'tan olduğu için pek çok operasyona katıldı, birçok arkadaşını çatışmada ya da baskında kaybetti. Bu adamın ruh halinden haberiniz var mı? Bu adamın, birkaç sene önceki haliyle şimdiki hali arasındaki farkı görebilecek olanınız var mı? Hiç kimse kolay bir hayat yaşamıyor ve emin olun ki ideolojik tercihlerimiz, etrafımızdan kopuk bir şekilde gerçekleşmiyor. Benim hayata bakışım ise, bana bu adamın yaşadığı travmanın dağa çıkan adamın yaşadığı travmayla aynı olduğunu gösterebilecek kadar tarafsız!

Kalın kafalı adamlara bu bakışın nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışmaktan bıktım zaten. Bir insanın karşıma geçtiğinde ilk sorduğu şeyin, "Atatürk'ü seviyor musun?" "Müslüman mısın?" "HDP'ye oy verdin mi?" ya da "Sen Türk değil misin?" olmasından bıktım. Yahu, ben illa bir şey olmak zorunda mıyım? İlla bir şeyden taraf olmak, birilerini sevmek ya da birilerinin ayağının tozu olmak zorunda mıyım? Eğer sizin değerlerinizi reddediyorsam bu ülkeden gitmek zorunda mıyım? (Elimde olsa gerçekten giderdim, o ayrı)

Her gün ölüyoruz, görmüyor musunuz? Madenciler maden ocaklarında; işçiler fabrikalarda, inşaatlarda; köylüler katır yollarında; gençler meydanlarda; askerler, polisler dağlarda, eğitimlerde; siviller şehirlerde... Üstelik birileri çıkıp, "Zafiyet var, evet, ama ne istifası canım? O da ne?" diyebiliyor, bir diğeri gülebiliyor, bir diğeri resmen halkın aklıyla taşak geçercesine, "Elimizde canlı bombaların listesi var ama eylem yapmadan tutuklayamıyoruz." diyebiliyor. Bu adamlar, Soma'da madenci yakınlarını tekme tokat dövüyor, Karadeniz'deki köylüleri copluyor, eylemci gençlerin kafasına sıkıyor, faşist saldırılara göz yumuyor ve mafyayla işbirliği yapıp hepimizi katlediyor! Tüm bunlar olurken bu halkın bir kısmı hâlâ bu adamların arkasında duruyor! Çünkü halk eğitimsiz, çünkü halk, okuduğu ve gördüğü her şeyin başımızdaki yobazların denetiminde olduğunun farkında değil! Onların yerinde sen olsaydın, senin oyun da yobazlara giderdi kardeşim!

Sanırım suçu biraz da kendimizde aramalıyız. Bilhassa emek ve demokrasi güçlerinin, kendilerinin çalıp kendilerinin oynuyor oluşu, toplumdaki cehaletin önüne geçilememesinde büyük bir etken. Örneğin, geçtiğimiz sene, İşçi ve Emekçiler Bayramı'nda öğrenci kolektiflerinden bir grup gencin şu sloganı attığına şahit oldum: "Öğrenci kolektifleri ve halk 1 Mayıs'ta el ele." (En azından buna yakın bir şeydi). Hangi kolektif, hangi halk? Zaten her sene solcu ve devrimci grupları 1 Mayıs alanı denilen saçma sapan bir yere sıkıştırıyorlar; orada halk olmuyor ki. Biz halka ulaşamazsak onlar da böyle hükümetlere oy verir tabii!

Peki ya, önerin ne diyecekseniz eğer; sizin için çok iyi bir önerim yok çünkü bunun için yeterli değilim. Ancak bir arkadaşımın çok sevdiğim bir sözü var, en azından onu söyleyebilirim: "Orhan Gencebay dinlemiyorsan, işçiyi anlayamazsın." Yani öyle saç boyamayla, slogan atmayla, toplumdan farklı görünmeyle olmuyor bu işler. Halk diyor ki: Bu bizden değil; marjinal bu. Böyle olunca da kimseye sözünü dinletemiyorsun; işçiye, emekçiye, köylüye ulaşamıyorsun. Kendin çalıp kendin oynuyosun. Sonra her eylemde, "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!" sloganları atıp, her eylemi kendine başlangıç sayıyorsun. -İyi başladık da devamı nerede?-

Son olarak; artık tüm ülkenin kendini bir silkmesi gerekiyor. Yok altı okmuş, yok dokuz ışıkmış, yok istikrarmış; ne kadar model varsa yıkalım gitsin! Eskinin devrimleri artık bitti; yüz yıl öncenin ya da iki yüz yıl öncenin fikirlerini bırakmadıkça bir yere varamayacağız. Çünkü devrim durağan kalırsa statükoculuktan başka bir halta yaramaz. Devletin işleyişi hantallaşır. Çağın gerekliliklerine göre tazelenmek bir devrimin asıl itici gücüdür. Bırakın Altı Ok'u Mustafa Altıoklar düşünsün. Ayrıca dokuz ışık olayı da bilimsel anlamda tam bir zırva; çünkü bilinen evrende toplam sekiz farklı ışık türü var: Uzun-dalga, radyo ışını, mikrodalga, kızılötesi, görünür ışık, morötesi, x-ışını ve gama ışını (İnanmıyorsan al sana kaynak).

İstediğim tek şey -ve pek çoğunun da istediği tek şey- barış. Artık ne Türk anaları ne de Kürt anaları ağlamasın. Garibanın oğlu dağlarda şehit düşmesin, karakollarda pusuya kalmasın. Gerillalar dağdan insin, insanca ve özgürce yaşasın. Herkes kendi kimliğiyle, kendi dili ve kültürüyle kabul görsün. Kimse ne inancı ne de inançsızlığı yüzünden yargılanmasın. İsteyen başını kapatsın, isteyen kıçını açsın. Hiç kimse cinsel kimliği yüzünden saldırıya uğramasın. Tecavüzcüler ellerini kollarını sallayarak gezemesin. Kadınlar ve çocuklar şiddet görmesin. İşçiler insani ücretlerle çalışsın ve herkesin kendine ayırabileceği genişçe zamanı olsun. Daha fazla kazanmak yerine daha verimli kazanmanın yolları araştırılsın. Üretim biçimi değiştirilsin. Bilim gelişsin, sanat gelişsin, toplumdaki yardımseverlik ve birliktelik duyguları gelişsin. Artık herkes hür olsun; istediği zaman, istediği yerde ve istedikleriyle... Söylesenize, bu isteklerimin hangi birisi kötü?