Lağım çukurundaki sivrisineğin kanat çırpışlarının yatak odamda kasırgaya dönüşmesini seyretmek istiyorum.
5 Şubat 2016 Cuma
Aşk, Evren ve İnsanoğlu
İnsanoğlunun; diğer tüm canlılarda da olduğu gibi evrenle organik ve ruhani bir bağının olduğu kanaatindeyim. Bu bağ o kadar güçlü ki; bu bağın izlerini bilimin ve yaşamın kendisinde görmemek imkânsız. Yaptığımız her eylemin, attığımız her adımın ve yaşama dair hissettiğimiz her duygunun evrenin kalbinde, kara deliklerde ve yeni doğan yıldızların merkezinde tam anlamıyla bir karşılığı var.
Kozmik işleyişe göz ucuyla baksak bile, evrende süregelen olayların tümünün birbiriyle bağlantılı olduğunu görürüz. Örneğin; bir süpernova patlamasıyla dış katmanlarını uzaya savurmuş olan bir yıldızın yarattığı gaz ve toz bulutları bundan yaklaşık 5 milyar önce Güneş'imizin ve Dünya'mızın kaderini belirledi. Kütle çekimin etkisiyle merkezde toplanan atık gazlar sıkışarak nükleer füzyonu başlattı ve genç bir yıldız doğdu. Bu yıldızın etrafında salınan diğer gaz ve toz kümeleri ise Merkür'ü, Venüs'ü, Dünya'yı, Mars'ı ve geriye kalan diğer gezegenleri oluşturdu.
Görüldüğü üzere evrende nihai ölüm diye bir şey yok. Her yok oluş aynı zamanda bir başlangıcın ve yeni bir yıldız sisteminin habercisi. Termodinamik'te buna, enerjinin korunumu yasası deniliyor. Enerjinin korunumu yasası, izole (kapalı) bir sistemdeki enerjinin değişmeyeceğini ifade ediyor ve bu kural, şu ana kadar yanlışlanabilmiş değil. Yani anlayacağınız, evrende hiçbir şey yok olmuyor; yalnızca form değiştiriyor!
Aynı kuralın dünyada da oldukça geçerli olduğunu hatırlatmakta fayda var. Geçmiş dönemlerin reenkarnasyon inancına benzer bir biçimde, sahip olduğumuz enerjinin ölümümüzden sonra farklı canlılara aktarıldığını ve yaşamına devam ettiğini görürüz. Öldüğümüzde toprağa karışan su, vitamin ve mineraller toprakta yaşayan diğer canlıları (bitki ve hayvanları) besler. Bitki ve hayvanlar ise, besin zincirinin en üst tabakasında yer alan insanoğlunu... Bu ise bizde, ölümümüzden arta kalanların bir başka insanın yaşamasına veya doğmasına sebep olduğu kanısını uyandırıyor.
Her yok oluşun bir başlangıca evrildiği gerçeği, yalnızca kimyasal tepkimeler ve dönüşümler ile hayatta kalan bedenimizde görülmüyor; aynı şeyi duygusal hayatımızda da yaşıyoruz. Şimdi soruyorum: İlk ilişkinizi ya da aşık olduğunuz ilk insanı hatırlıyor musunuz? Nasıl bir ayrılık yaşadınız? Belki de çok üzülmüş, acı çekmiş ve kendinizi bir süre insanlara kapatmıştınız? Peki ya şu an yaşadığınız bu acıyı hatırlıyor musunuz?
Aşk ve sevgiye dair yüzyıllar boyu pek çok şey söylendi veya yazıldı. Aşkı kim tam olarak tanımlayabilir? Aşk kutsal bir duygu mudur yoksa doğum, gelişim ve ölüm süreçlerine sahip basit bir olgu mu? Bireyin bilişsel zekâsı ve analitik mantığı aşkın neresinde durmaktadır? Bu soruların cevabını elbette veremeyeceğim; ancak bir ayrılığın eşiğinde olanlar için küçük bir hatırlatma yapmak isterim: Evrene organik ve ruhani olarak bağlıyız! Biz insanlar evrendeki birer sicimiz ve bedenimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz evrendeki bir gerçeği fısıldıyor kulağımıza: Her son bir başlangıçtır! Tıpkı bir yıldızın ölümüyle sonuçlanan "an"ın yarattığı oksijenin vücudumuza hayat bahşetmesi gibi! Bu nedenle hayattaki hiçbir şeyin bir "son" olmadığını unutmayın. Başlangıçlar kolay olmamakla birlikte bir zorunluluktur ve her son kendi başlangıcını yazacaktır.
Etiketler:
astronomi,
aşk nedir,
aşkın tarifi,
duygu ve düşünceler,
enerjinin korunumu yasası,
evrenbilim,
her son bir başlangıç,
insan ve evren,
kozmos,
reenkarnasyon,
yıldızların ölümü
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)