Bir varmış bir yokmuş; evvel zaman içinde
kalbur zaman içinde bir kız yaşarmış. Bu kızın kırmızı bir başlığı varmış; bu
nedenle ona Kırmızı Başlıklı Kız derlermiş.
Kırmızı Başlıklı Kız, mavi gözlü, sarı saçlı,
sevimli mi sevimli minik bir kızmış. Köyün erkek çocukları ondan çok hoşlanırlarmış.
Hatta o kadar hoşlanırlarmış ki mahalle maçlarına sadece bu kızı çağırırlarmış.
Kız her ne kadar futboldan anlamasa bile her maçta en az altı gol atarmış.
Kırmızı Başlıklı Kız, her hafta sonu maçtan
sonra ananesine gidermiş. Her gittiğinde ananesine, annesinin yaptığı susamlı
böreklerden ve çaylı çöreklerden götürürmüş. Evinden ananesine giden yol çok
ıssız olduğundan da kırmızı başlığını takarmış. Kırmızı başlık bu kızı görünmez
kılarmış.
Günlerden bir gün, civarın en tehlikeli kurdu
olan Tenya’nın kulağına sihirli kırmızı başlığın haberi çalınmış. Ağzı
kulaklarına varan kurt için kızı yakalamak en kolay işmiş. Fakat kız görünmez
olduğundan bu konu üzerine düşünmesi gerekmiş.
Günler öncesinden planlarını hazırlayan hain
kurt, akrabası Çakal Coyote’ye giderek durumu anlatmış. Acme’nin reklam ve halkla
ilişkiler müdürü olan Coyote onun için bir şeyler ayarlamış: Görünürlük tozu ve
bir tonluk ağırlık.
Kurt, bir gece önceden Koyunyolu’na gitmiş ve
kullanım kılavuzlarına bakarak görünürlük tozu ile bir tonluk ağırlığı kurmuş. Ertesi
gün, öğle sularında yoldan geçen Kırmızı Başlıklı Kız, görünürlük tozunun
olduğu alana gelince yavaş yavaş belirmeye başlamış. Yaşlı kurt, Kırmızı
Başlıklı Kız’ı görür görmez harekete geçmiş ve ağırlığın ipini serbest
bırakmış. Fakat olmayan olmamış ve ağırlık olduğu yerde asılı kalmış. Olmayanların
şaşkınlığını yaşayan kurt kızın peşine düşeceğine ağırlığın ipiyle oynamaya
başlamış. İpi çekmiş olmamış, ağırlığa taş atmış olmamış, yukarı çıkıp
ağırlığın üzerinde zıplamış yine olmamış. Bu duruma sinirlenen yaşlı kurt daha
yakından bakabilmek için ağırlığın altına gelmiş ve bam! Ağırlık yaşlı kurdun
üzerine düşmüş.
Seneler
Sonra…
"Oglim," demiş genç kurdun annesi. "babani
öldüren o şıllıge ders vermenin zamanı gelmiştir!" Annesinin gazıyla büyümüş
olan genç kurt, kendisini dünyanın en özel, en güçlü ve en yakışıklı kurdu
zannedermiş. Oidipus kompleksli yıllarında babasını öldürme hayalleri kuran o
minik kurt, şimdi babasının intikamını almak isteyen cesur bir kurt olmuş.
Genç kurt için Kırmızı Başlıklı Şıllığı avlamak
zor iş değilmiş. Fakat önemli olan kızı avlamak değil, babasının uğrunda öldüğü
tuzakla avlamakmış. Bu yüzden Çakal Coyote’ye gitmiş ve aynı tuzakları almış.
Günler önceden yaptığı hazırlıklarla tuzakları kurmuş ve hatta minik bir
tavşanın üzerinde denemiş bile.
Baharın bitmesine az kala, günlerden Perşembe
olan o gün, Kırmızı Başlıklı Kızımız ormanın içerisinden salına salına
gelmekteymiş. Artık büyüdüğünden, karate dersi aldığından ve mahallede birkaç delikanlıyı
devirdiğinden kendine olan güveni tammış. Bu nedenle kırmızı başlığını takmadan
ilerliyormuş. Kurt, kızın ayak seslerini duyduğunda dikkat kesilmiş. Maksadı,
kız görüş alanına girdiği anda ipi keserek kızın ölmesini sağlamakmış. Bıçağını
hazırlamış ve ipin kenarına dayamış. Kız tam ağırlığın altına geldiğinde fark
etmiş; bu kızın ne kadar güzel, uzun boylu, ince belli olduğunu… Kurt kızı
görünce ip kalmış, tel kesmiş; kurdun ampul yanmış… Uluya uluya yerinden
fırlayan kurt, Kırmızı Başlıklı Kız’a redifli, uyaklı bir şiir patlatıvermiş.
Hayatı boyunca şiir okuyan hiçbir erkek görmeyen kız kurda vurulmuş.
Yıllarca nefret ve intikam duygularıyla
yetişen kurt, Selvi boyluyu görünce birden değişivermiş. Çıkmalarının üçüncü
gününde kıza evlenme teklif etmiş ve derhal şehre inerek düğün parası biriktirmek
için inşaat işçiliği yapmaya başlamış. İlk önceleri halinden memnunmuş fakat
hava koşulları ağırlaştıkça işinden nefret etmeye başlamış. Kendisine türküleri
arkadaş edinmiş ve çalışırken başlamış söylemeye.
Yine günlerden bir gün, bir yapımcı bu sesi
fark etmiş. Hemen imzayı atmışlar ve bizim kurt ünlü bir simaya dönüşmüş. Tabii
parayı bulunca kızı falan da unutmuş. Bunu duyan Kırmızı Başlıklı Kız çok
sinirlenmiş. Silahını ve bohçasını alıp İstanbul’a gitmeye karar vermiş. Dilinde
İstanbul, o dükkan senin bu kahvehane benim dolaşmış. En son girdiği bir
kahvehanede, "Ağalar, beyler! İstanbul neresi?" diye sorunca olanlar olmuş.
Kahvehane ahalisi hep beraber ayağa kalkıp, "Gösterelim abla." demişler. Sonra
kızın kafasını kahvehanenin yukarı aşağı açılan penceresinin altına sıkıştırıp
eğlenmişler.
Yakayı paçayı dağıtmış olan zavallı kızcağız son
anda oradan kaçarak bir apartmana sığınmış. Apartmanın merdivenlerinde
otururken dalyan gibi bir yiğit çıkagelmiş. Saçları jöleli, beyaz tişörtlü,
efendi görünümlü bu adam, "Sen de kimsin?" diye sormuş. Kız elindeki fotoğrafı
gösterip, "Ben Zeyno, bu da benim kocam olacak olan hayvan. Onu arıyorum." demiş
ve eklemiş, "Peki ya sen kimsin?" "Ben Mehmet Ali, fakat iş arkadaşlarım Memoli
derler bana."
Hikaye burada bitmiş. Gerisini ne ben bilirim
ne de beyim bilir. Bir söylentiye göre bu masaldan yola çıkılarak bir dizi, bir de film çevrilmiş ama ben görmedim, işitmedim. Hayırlısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder