17 Haziran 2013 Pazartesi

Trevi Çeşmesi

üçyol çeşmesi
  
  Bu yazıda sizlerle ilginç; belki de daha önce hiç denenmemiş bir şey yapmak istiyorum: Bir bilinmeze yolculuk etmek. Roma’da Poli Sarayı’nın tam kenarında bulunan Klasik ve Barok karışımı olarak yapılmış, dünyadaki en ünlü çeşmelerden birisi olan Fontana di Trevi’yi mutlaka duymuşsunuzdur. Daha önce gitmediyseniz benimle gelin ve sizi küçük, hayali bir yolculuğa çıkarayım.

  İşte başlıyoruz. Şimdi iyi dinleyin, yoğunlaşmak zorundasınız! Beşten bire kadar sayacağım ve kendinizi rahatlamış, hikâyeye yoğunlaşmış hissedeceksiniz. Beş; göz kapaklarınız iyice açılıyor. Dört; hikâyemi sabırsızlıkla bekliyorsunuz. Üç; yoğunlaşma çabanız gittikçe derinleşiyor. İki; artık elimdesiniz. Bir; şu an Roma’dasınız.

  Saat 12’yi geçeli çok olmamış ki Roma’nın gri, taşlı yollarının yarısında hala güneş var. Bu nedenle siz yolun diğer yarısından yürüyorsunuz. Pencerelerinde zarif demir parmaklıklar bulunan üç-dört katlı beyaz evlerin bulunduğu sokakta ilerlerken, sanatın ve mimarinin bu sokakta iç içe geçtiğini fark ediyorsunuz. Yollar öylesine düzenli ve temiz ki; ne bir çöp yığınına ne de gökyüzünü ortadan ikiye böler gibi asılı duran, karmakarışık elektrik kablolarına rast geliyorsunuz. Bir de sağlı sollu park edilmiş şu küçük otomobiller olmasa…

  Geç de olsa, sokak lambalarının binaların üzerlerinde bulunduğunu fark ediyorsunuz. Tıpkı filmlerde olduğu gibi, siyah, süslemeli sokak lambaları… Şehrin dokusuna ise diyecek bir şey yok; gri taşlı yollar, sarı, turuncu ve beyaz gibi insanın içini açan renklerde binalar, farklı renk ve ebatlarda kapılar ve pencereler, son olarak da ara ara gördüğünüz satıcılar. Bir de şu sağlı sollu park edilmiş küçük otomobiller olmasa… Az önce bir tanesinden yansıyan güneş ışığı gözünüzü deldi de geçti ya…

  Bir dört yol ağzına geldiniz. Karşıdan gelen kalabalığa bakılacak olursa önemli bir yere gelmiş olmalısınız. Hız kesmeden devam ediyorsunuz; sol köşedeki "Snack Bar"da oturan teyze size doğru bakıyor. Bir iki insanla daha göz göze geldiniz. Hava oldukça sıcak, çantanızdan bir şişe su çıkarıp lıkır lıkır içiyorsunuz.

  Kalabalığa karışmaya bir iki adım kaldı. Yüzünüzde hafif bir esinti hissedeceksiniz. Ancak bu rüzgârın değil; kalabalığın getirdiği esinti olacak. O halde hazırsınız; kalabalığın içine daldınız. Yer yer boşluklar var; tıpkı Türkiye’deki halk pazarlarında olduğu gibi. Boşlukları geçerek ilerliyorsunuz. Önünüzdeki yol koca bir alana açılıyor ya da en azından öyle görünüyor.

  Sokağın kenarındaki son dükkânı da geçtikten sonra kocaman zannettiğiniz alana geldiniz. O kadar da büyük değilmiş sanırım; fakat oldukça kalabalık. Sağ köşede kalan binaya çarptı gözünüz. Ortalarında Ayçiçeğine benzer bir figür taşıyan iki melek, binanın sivri köşesinde duruyor. Tabii Roma’dasınız, melek figürlerine artık alışık olmalısınız.

  Orta alana doğru ilerliyorsunuz. Güneş burada iyice hissedilir oldu ancak güneş gözlüklerinizi takma zamanı değil. Öyle ya, dünyanın en ünlü çeşmelerinden birinin önündesiniz; biraz geriye doğru çekilin ve izleyin. Şimdi kalabalığın arasından sıyrıldınız ve çeşmenin hemen dibine yerleştiniz. Etraftaki insanlar çeşitli dillerde konuşup çeşmeyi işaret ediyorlar. Solda ise bir turist rehberi, İngilizce olarak çeşmenin tarihi hakkında bilgi veriyor. Siz de biraz kulak kabartıyorsunuz; hikayeye göre Roma ordusu savaştan dönerken uzun bir süre su bulamamış. Derken karşılarına çıkan çok güzel bir kız, eğer bulundukları yeri kazırlarsa su çıkacağını söylemiş.

  Sağınızda kalan Japon gezginler pek de oralı değiller anlaşılan. Ellerinde bir fotoğraf makinesi, her açıdan çeşmenin fotoğrafını çekiyorlar. Belki de Japon değil; Çinlidir ha? Belki de bu ünlü çeşmeyi taklit edeceklerdir?

  Biraz geriye çekilip yapıyı incelemenin vakti artık gelmiş olmalı. Yarım dairelik bir alanda kurulu olan çeşme, Barok tarzı bir binanın hemen önünde duruyor. Yapıya soğuk, taş grisi renkler hakim. Binanın orta kısmında, ayrıca çeşmenin hemen üzerinde, vücudunun üst kısmını tüm çıplaklığıyla görebildiğimiz güçlü bir Tanrı figürü, deniz kabuğunun içinde ayakta duruyor. Beline sarılmış büyük bir peştamal yerlere değiyor. Hemen altında, sağında ve solunda olmak üzere iki tane kanatlı at şahlanıyor. Kanatlı atların yanlarında çırılçıplak iki erkek figürü hemen göze çarpıyor. Sağda duran adam, atı dizginlemek için epey uğraşıyor; soldaki ise bir eliyle atın yelesini kavramış, diğer eliyle de üflediği deniz kabuğunu tutuyor.

  Tanrı figürünün hemen arkasında, dört kolon ile ayakta duruyor gibi gözüken, duvara gömme bir yarım kubbe bulunuyor. Kubbenin solunda ve sağında ise iki kadın figürü… Kadınların hemen üzerinde ise Roma askerlerinin alanı kazıdığını gösteren kabartmalar bulunuyor.

  Oldukça yorucu değil mi, böyle bir mimari şaheseri bir baştan bir başa incelemek. Etrafa tekrar kulak kabartma zamanı. Hemen solunuzda bulunan bir çift havuza para atma geleneğinden bahsediyor. Güya havuza arkanızı dönüp sol elinizle para atarsanız Roma’ya tekrar gelecekmişsiniz. Denemeye değer belki… Yavaşça havuza arkanızı dönüyorsunuz; fakat bunu yaparken koca bir kalabalıkla göz göze geldiğiniz için biraz utanıyorsunuz. Daha sonra sizden cesaret alan birkaç kişinin de aynı şeyi yaptığını görünce biraz güleceksiniz. Ancak şimdi gülme sırası değil; sol cebinizde bulunan bozukluklara uzandınız ve elinize gelen parayı alarak havuza doğru fırlattınız. Belki de gerçekten işe yarar he? Bunu nasıl anlayabilirsiniz? Çok basit, eğer bu yazıya tekrar dönerseniz işe yaramış demektir.