Yüzyılın dehası Albert Einstein ve üç önceki yüzyılın dehası Isaac Newton... Birisi, Genel Görelilik Kuramı sayesinde evrene bakışımızı değiştiren, büyük keşifler yapmamızı sağlayan ve kendisinden önceki fizik anlayışını yerle bir eden bir bilim insanı; diğeri ise cahilliğin ve büyücülüğün hakim olduğu bir dünyada -ki kendisi de dindar bir insandır- doğduğu halde, klasik fiziğin kurucusu olabilmeyi ve bugün ürettiğimiz tüm mühendislik harikalarının temelini atabilmeyi başarmış bir deha.
Peki, Einstein ve Newton kavga etseler ne olur? Bu
programda, Einstein zamanı geriye çevirip Newton'ı daha bebekken
kundaklayabilir mi (bebek kundaklamak nedir yahu) ya da Newton kütle çekimi
dalgalarını kullanarak, Einstein'ın yutmaya çalıştığı elmayı yemek borusuna
dizip onu öldürebilir mi, bunları öğreneceğiz.
Kısaca Sir Isaac Newton'ın Hayatı
Bilim ve matematik tarihinin en önemli isimlerinden birisi olan Isaac Newton, 25 Aralık 1642’de İngiltere’de doğdu. Çocukluk dönemleri boyunca oyun oynamamış, zamanını yel değirmeni ve araba modelleri yaparak ve üvey babasının kütüphanesindeki kitapları okuyarak geçirmiştir.
Üniversite eğitimi için Cambridge Trinity College’a gitti. Maddi olarak zor durumda olduğundan çeşitli işlerde çalışarak okulunu devam ettirebildi. Okulda öğretilen Aristo’ya ilgi duymayıp, Descartes, Galileo ve Kepler gibi düşünürlerin izini takip etti. Üstelik kendi evinde yaptığı bilimsel çalışmalar ile yıllar sonra bilimi ve dünyayı tamamen değiştirdi.
Newton tarihin en iyi matematikçilerinden birisidir. Üstelik matematiğin doğa bilimlerinde başarıyla uygulanabileceğini gösteren ve matematik ile fiziği birleştiren kişi Newton’dur. Newton’un ‘Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri’ kitabı, klasik mekaniğin, fiziğin temel teorisini oluşturur. Newton’un klasik fiziği sayesinde bugün yararlandığımız bütün teknolojiyi inşa ettik.
Kısaca Albert Einstein'ın Hayatı
20. yüzyılın dehası olarak kabul edilen ve başta astronomi
bilimi olmak üzere birçok bilim dalının önünü açan Albert Einstein, 14 Mart
1879’da Almanya’nın Ulm kentinde doğdu. Kız kardeşinin anlattığına göre,
küçükken yapbozlar ve bulmacalarla zaman geçirmeyi seven Einstein, sanıldığının
aksine hiçbir zaman kötü bir öğrenci olmadı. Özellikle doğa ve matematik
bilimlerinde oldukça iyi notlar alıyordu.
Mezun olduktan sonra iki yılını öğretmenlik işi bulmak için
harcadıysa da bir süre Bern’deki bir patent ofisinde asistan müfettiş olarak iş
buldu. O zamanlar bir taraftan patent ofisindeki işlerini yaparken diğer
taraftan da çeşitli araştırmalar yapıyor ve makaleler yazıyordu. Halen enstitüde
memurluk yaparken, 1905 yılında, ışığın ‘fotonlardan’ oluşan paketçikler
olduğunu açıkladığı bir makale kaleme aldı.
Newton'ın Evrene Bakışı
Newton denilince, akla ilk olarak başına elma düşünce kütle
çekimini keşfeden bilim insanı gelir ancak bu doğru değildir; Newton elmayı
sadece bir metafor olarak kullandı ve cisimlerin yere doğru hareketi, onun
dünya üzerindeki hareketlerin nedenini sorgulamasını sağladı. Bizim için
ağaçtan düşen bir elma Newton’un gözünde F= G*(m*M)/r üzeri 2 olarak canlandı. Bu, çok basit,
çok zarif ve oldukça yüzeysel bir denklemdir: İki cismin kütlelerinin çarpımı
ile bir G sabitinin çarpımının, kütleler arası mesafenin karesine bölünmesiyle
iki cisim arasındaki çekim kuvvetinin hesaplanmasını sağlar. Bu denklem günlük
yaşamda karşılaştığımız sıradan şeyleri açıklamaya yetse bile evrendeki
işleyişi açıklamaktan uzaktır. Zaten asırlar sonra Einstein’ın Görelilik
İlkesi, bu açıklamayı ortadan kaldırmıştır.
Einstein'ın Evrene Bakışı
Bilimi sorgulamaya ‘zaman’ olgusuyla başlayan Albert
Einstein’a göre; zaman, mekân ve hareket gözlemciye göre değişir. İşte bu,
Newton’un ‘zaman, evrenin her yerinde aynı işler’ tezini çürütüyordu. Einstein
aynı zamanda, ışığın hızının gözlemciler için aynı olduğunu ve evrendeki hiçbir
şeyin ışıktan hızlı hareket edemeyeceğini de söyledi.
Einstein’ın bulguları, o güne dek doğru bilinen yanlışları
göstermiş ve evrenin dinamiklerini daha iyi anlamamızı sağlamıştı. Elbette
Albert Einstein burada durmayacaktı. 1905 yılında yayınladığı ve daha sonra
bazı düzeltmeler yaparak değiştirdiği ‘Özel Görelilik Teorisi’ne ivmelenmeyi
dahil etmek için 10 yıl uğraştı ve 1915’te ‘Genel Görelilik Kuramı’nı yayımladı.
Newton'ın Kütle Çekimi Açıklamaları
Newton, kütle çekimi ve cisimlerin hareketi ile ilgili
yaptığı açıklamalarda uzayı ‘boş’ ‘mutlak’ ve ‘sabit’ gibi kavramlarla
tanımlamıştı. Yani Newton’a göre uzay denilen yer sabit ve hareketsizdi. Aynı
şekilde Newton, zamanı ve uzayı birbirinden ayrı olgular olarak ele almıştı ve
zamanın, uzayın her yanında ‘aynı’ olduğu sonucuna varıyordu. Bugün, bu
düşüncenin doğru olmadığını, uzayın 3 değil; 4 boyutlu olduğunu ve 4. boyutu
ise zamanın oluşturduğunu biliyoruz. Aynı şekilde, zamanın ‘göreli’ olduğunu;
yani uzaydaki birçok farklı noktada zamanın birbirinden farklı şekilde
akabileceğini biliyoruz.
Bugün, aynı zamanda, Newton’un kütle çekimine dair yaptığı
açıklamaların da benzer hatalar içerdiğini biliyoruz. Newton’a göre kütle
çekimi, kütleli iki cismin birbirlerine uyguladıkları doğrusal (vektöre) bir
kuvvettir. Ancak asırlar sonra Einstein, bunun böyle olmadığını, kütle
çekiminin bükülen uzay-zaman dokusunun bir sonucu olduğuna işaret etmiştir. Bu
nedenle uzaydaki cisimler doğrudan birbirleri üzerine ‘düşmek’ yerine;
birbirlerini yörüngesel bir düzlemde çekerler. Böylelikle uzunca süreler içinde
yörüngede kalabilirler; aksi halde bu oldukça zor olurdu!
Einstein'ın Kütle Çekimi Açıklamaları
Öncesinde, Newton’un yaptığı açıklamalar kütle çekimini
vektörel bir kuvvet olarak alıyordu. Yani çekim kuvveti cisimlerin kendi
içlerinden kaynaklı olmalıydı ve ayrıca belirli bir uzaklığa kadar etki
edebilirdi. Einstein ise kütle çekimini uzay-zaman dokusunun bükülmesi olarak
açıkladı. Tıpkı gergin bir kumaşın üzerine bırakılan ağır bir güllenin, kumaşın
yüzeyini içe doğru bükmesi gibi kütleli cisimler de uzay-zaman dokusunu
büküyorlardı. Peki ya bu gergin kumaşın üzerine küçük bir gülle daha bırakırsanız
ne olur? Elbette büyük kütleli cisme doğru ivmelenerek ve daireler çizerek
yaklaşır. İşte bu, uzaydaki kütle çekiminin ve yörüngelerin oluşumunun basit
bir tarifiydi!
Konuyu daha iyi tariflemek için şu örneği de verebiliriz:
Dünya üzerindeki tüm uydular aslında serbest düşme hareketi yapmaktadırlar.
Ancak kütle çekimi Newton’un söylediği gibi çizgisel tek bir kuvvet olmadığı;
uzay-zamanın büküldüğü yörüngesel bir düzlemde gerçekleştiği için ‘serbest
düşme’ gezegenin yörüngesinde çok uzun süreler boyunca gerçekleşir.
Einstein’a göre uzay ve zaman iç içe örülüydü ve Newton’un
söylediklerinin aksine zaman, evrenin her yerinde sabit akıyor olamazdı. Yani
uzayın dokusu zamanı ve zaman ise uzayı etkiliyordu. Bu durumda, büyük kütleli cisimler
ile ışık hızına yakın hareket eden cisimler zamanı etkileyebilirdi. Her iki
durumda da zamanın akışı yavaşlamalıydı! Daha sonradan yapılan gözlem ve
deneylerle de Einstein’ın ortaya attığı bu teori defalarca kez kanıtlandı ve
bizi evreni anlamaya daha fazla yaklaştırdı.
Her ne kadar, Isaac Newton 17. yy'nin büyük bir kaşifi, dehası ve bilim insanı kabul edilse de, evrene ve zamana ilişkin bulgularının geçersiz olduğu ve bizi daha ileriye taşıyamayacağı anlaşılmıştır. Einstein ise gerek evrenin dokusunu açıklama biçimiyle gerekse zaman olgusunu ele alışıyla bizleri kendisine hayran bırakmış, bilimsel gelişmelerin ve uzay çalışmalarının önünü açmıştır.
Sonuç: Bilim yığılarak değil; birikerek ilerler. Yüzyıllar önce Newton tarafından ortaya atılan formüller sayesinde bugünkü teknolojiyi (otomobil, uçak, uzay gemisi vb.) üretebildik; ancak Klasik Fizik ile çok daha ileriye gidemedik. Einstein geldi ve bize evrenin dokusunu, kara delikleri, kütle çekimini ve ışık hızını öğretti. Artık çok daha ileri gidebiliyoruz. Fakat belki bir gün, bir başkası gelecek ve Einstein'ın ön gördüğü pek çok şeyin yerine yenisini koyacak. Ve biz, ilerlemeye devam edeceğiz.
Yaşasın bilimsel düşünce!