O kadar uzun zamandır yazmıyorum ki, en son yazı yayınladığım tarihi görünce fazlasıyla şaşırdım. Aslında bakılacak olursa yazıyorum; fakat bloğum için değil. MMO İstanbul Şubesi tarafından her ay yayınlanan Makina Bülten için çok kereler makale/yazı hazırladım ve sonunda dedim ki; madem bloğuma zaman ayıramıyorum en azından bülten için yazdığım makale ve yazıları burada yayınlayayım. Sessiz kalmaktan yeğdir! Başlıyoruz: İlk yazı Transhümanizm ve İnsanlığın Yeni Çağı.
Homo sapiens’lerin
yaklaşık 150.000 yıl önce ortaya çıkışlarından beri, geçen binlerce yılda
deneyimledikleri çok şey değişti fakat DNA’mıza katılan bir miktar Neandertal
geni dışında insanoğlu hiç değişmedi. Bunun ise iki temel sebebi var: Seçilim
baskısı ve genetik sınırlar.
Boy uzunluğu, saç rengi, kas yapımız
veya bilişsel beceri gibi özellikler, her biri ufacık etkiye sahip olan
binlerce gen tarafından kontrol edilir. Birçok küçük ek etkilerle belirlenen
bilişsel beceri, ortada daha çok, uçlarda daha az insanın olduğu ve çan
eğrisini andıran biçimde bir dağılıma sahiptir. Yani doğal koşullarda
insanların çoğu normal zekâya sahipken ancak bir kısmımız dahi olabilir ya da
zekâ geriliği yaşayabilir.
Elbette, bireylerin zekâlarını
etkileyen tek faktör genetik sınır değildir; aile, çevre, beslenme biçimleri,
uğraş alanları vb. faktörler de zekâ üzerinde fazlaca etkiye sahiptir. Bu
nedenle bir matematik profesörünün yapabileceği matematiksel işlemlerle sıradan
bir kişinin yapabileceği matematiksel işlemler arasında çok büyük farklılıklar
vardır ancak burada anlaşılması gereken şey, zekânızın (ve ayrıca, iskelet
kaslarımız gibi vücudumuzdaki pek çok kasın/organın) bir geliştirilebilirlik
üst sınırının olduğudur. Üstelik beyin gibi oldukça masraflı bir organın (tüm
vücudumuzda üretilen enerjinin %20-25'ini tek başına tüketir) böyle bir
sınırının olması oldukça anlaşılabilirdir.
Bu noktada genetik sınırı seçilim
baskısı başlığının altına almamız yanlış olmaz. Çünkü bugün biliyoruz ki, dünya
üzerinde yaşayan tüm hayvan ve bitki türlerinin üzerine etki eden seçilim
baskısı artık kullanılmayan/işlevsiz organların körelmesine sebep oluyor.
Örneğin birkaç yıl önce Science Advances dergisinde yayınlanan bir makaleye
göre, mağarada yaşayan Astyanax mexicanus olarak isimlendirilen bir kör balık
türünün ırmakların yüzeye yakın noktalarında yaşayan bir diğer grubu, gören
gözlere sahip. Aynı türün bu iki grubundan birisinin kör olmasının sebebi ise,
balığın günlük enerji üretiminin %5-15’inin gözleri tarafından tüketilmesi. Bu,
hiçbir işlevi kalmamış bir organ için fazlasıyla büyük bir yük.
Şu hâlde, vücut ve beyin
gelişimimizin belirli bir sınırının olmasının seçilimin baskısı olduğunu
kavrayabildik. Seçilim baskısını yaratan pek çok etmen olmasına karşın belki de
en önemli sebep enerji kaynaklarının azlığı. Yani elde ettiğimiz,
sınırlarımızın ötesine geçmemiz için gerekli olan enerjiden daha az. Bu nedenle
milyonlarca yıllık evrimsel süreç içerisinde ortaya çıkan –ve belki de bizi çok
daha zeki kılacak olan– mutasyonların, gerekli enerjinin temin edilememesi vb.
nedenlerden dolayı seçilim baskısı altında engellenmiş olması kuvvetle
muhtemel.
Peki, Teknolojik Gelişmeler Sayesinde Bu Sınırı Yapay
Olarak Aşabilmemiz Mümkün mü?
Genetik biliminin sağladığı imkânlar
ile bilişsel becerilerin incelenmesi gösteriyor ki insan DNA’sındaki çeşitlilik
kusursuz bir şekilde bir araya getirilebilirse, şimdiye kadar dünya üzerinde
var olanlardan çok daha yüksek nitelikte zekâya sahip bireyler var olabilirdi. Bunun
sonucunda ise hem fiziksel hem de bilişsel olarak kusursuz sayılabilecek
insanların toplum içindeki varlığı üremenin de etkisiyle git gide artabilirdi.
Elbette bu konu genetik bilimcileri
ilgilendiren bir iş ve ayrıca insan genetiğiyle oynamak, insanı
kusursuzlaştırabileceği gibi hatalı mutasyonlar nedeniyle bir hilkat garibesine
de çevirebilir!
Genetik müdahalenin dışında,
insanoğlunun bilişsel ve fiziksel yetilerini geliştirebilecek bir başka alan
daha var: –ki uzun süredir bu konunun üzerinde yazıp çiziyoruz– yapay zekâ. Transhümanizm
hareketi de tam olarak bu konunun üzerine yoğunlaşıyor: İnsanların kapasitesini
biyolojik ve genetik yöntemlerin yanında, asıl olarak teknoloji ile yükseltmek.
Transhümanizmin hedefinde ise şu üç temel destinasyon var:
- İnsanüstü yaşam süresi
- İnsanüstü zekâ
- İnsanüstü sağlık kalitesi
Aslında, insanlar hali hazırda zaten
transhümandırlar, çünkü doğanın onlara sunmadığı çeşitli teknikler ve
teknolojiler icat ederek doğayla savaşımlarını kolaylaştırmışlardır. Yalnızca
bilgisayar, sağlık veya ulaşım teknolojilerinden bahsetmiyoruz; ateş, kıyafet
ve basit silahlar da post-insan olmaya doğru giden yolda kilometre taşlarıdır.
Öyle ki ateş sayesinde, normalde çiğnenmesi ve sindirilmesi zor olan çiğ
besinlerden çok daha fazla kalori alabildik ve bu beyin gelişimimizi olumlu
olarak etkiledi.
Ancak her gelişim evresinin bir sonu
var! Bugün, beslenme, spor, beyin jimnastiği ve kültürel evrim sayesinde
genetik potansiyelimizin üst sınırına doğru yaklaşmaya başladık. Bu noktadan
sonra atılacak olan adım bizi çok daha ileriye götürecek ancak bu adım, daha
öncekiler gibi küçük küçük adımlara değil; daha çok büyük bir sıçramaya
benzemeli. Üretim teknolojileri, genetik bilimi, biohacking ve yapay zekâ
çalışmaları ise bu sıçramanın zeminini oluşturabilir.
Teknolojik Tekillik ve İnsan Zekâsının Evrimi
Teknolojik Tekillik ve İnsan Zekâsının Evrimi
Teknolojik tekillik, yapay zekânın
insan zekâsından ayırt edilemeyecek kadar geliştiği ve onunla bütünleştiği
evreyi tarif eder. Böyle bir gelecekte, yapay zekâya sahip insanlar ya da
biyolojik özelliklere sahip yapay zekâlar, aramızda yaşıyor olacaklardır. Genetik
bilimin, nörolojinin, robotik ve nano teknolojinin ve yapay zekânın birlikte
hareket ettiği muhtemel gelecekte, doğal seçilim baskılarının yerini teknolojik
seçilim baskıları (?) alabilir. Bu durumda, gen aktarma süreci de kontrol
altına alınmış ve belirli bir hedefe doğru yönlendirilmiş olur.
İnsan doğasında ve hatta biyolojik
dünyada gerçekleştirilecek olan bu devrimin geçiş süreci, her yeni devrin
başlangıcında olduğu gibi, oldukça sancılı olacaktır. Bireylerin, toplumların
veya devletlerin bir kısmı bu sürece direnecek ve dünyanın çeşitli yerlerinde
transhümanizme karşı tepkiler yükselecektir. Çünkü bilinmeyene karşı duyulan
korku beraberinde örgütlü bir öfkeyi de sürükleyebilecektir. Aynı şekilde, yeni
çağın geçiş sürecindeki insanlar, olayları hem bilimsel hem de felsefik yönüyle
tümden ele alacaklardır. Bu tartışmaların sonucunda ise muhtemelen sürece en
iyi şekilde uyum sağlayan grup kazanacaktır.
Neye Benzeyecek?
Bunu bilmek oldukça zor fakat yine
de bilimsel gelişmelere bakarak bazı tahminler yürütebiliriz. Geleceğe dönük
çalışmalar arasında üzerinde en fazla konuşulanlardan bir tanesi bilinç
aktarımı. Bilinç aktarımı sayesinde, bireylerin hafızası kapalı devre bir
bilgisayar sistemine ya da bir bulut sisteme aktarılabilir. Buradan da
biyolojik ya da robotik bir bedene aktarılarak uyandırılabilir.
Bilinç aktarımını gerçekleştirmenin
yanında, yeni tedavi yöntemleri veya nano teknoloji sayesinde hasarlı dokuların
onarılması ve ömrün uzatılması gibi seçenekler de mümkün. Ayrıca, 3D
yazıcılarla üretilebilecek biyolojik ya da tamamen yapay organlar sayesinde hastalıklı
olan doku ve organlar yenileriyle değiştirilebilir.
Geleceğe dönük tahminlerde bunlar
gibi pek çok seçeneği ortaya koyabiliriz ancak en çok, bilinç aktarımı yöntemi
insanoğlunun ölümsüzlük fikrini kamçılayacak gibi duruyor. Tabii o noktaya
varıncaya dek geliştirmemiz gereken pek çok teknoloji ve beyin dediğimiz
mucizevi organ hakkında edinmemiz gereken çok daha fazla bilgiye ihtiyacımız
olacak. Çünkü beyni ve işleyişini tam olarak kavramak, evrenimizi kavramak
kadar zor görünüyor.
Diyelim ki tüm zorluklar aşıldı ve
insan beyni tam olarak haritalandırılıp taklit edilebildi. Bu durumda elimizde
olan şey bir bireye ilişkin anıların ve bilincin birebir kopyası mı olacak? Bu
kopyayı yapay bir beyne veya bir başka bedene yüklediğimizde, ortaya çıkan kişi
aynı kişi mi olacak? Ya da örneğin, bilincini bir makinaya kopyaladığımız kişi
ile asıl bedeninde olan kişilerin hisleri ve düşünceleri aynı olabilir mi? Duygu
ve düşünceleri aynı şekilde mi olgunlaşır, insanlara karşı aynı sevgiyi mi hissederler
ya da belirli olaylar karşısında benzer şeyleri mi düşünürler?
Bu soruları cevaplamak oldukça zor
ve hatta imkânsız fakat emin olduğumuz tek bir şey var ki bilim ve teknik
sandığımızdan çok daha hızlı ilerliyor. Hatta gelecek günlerde, önceki zamanlara
göre kat be kat daha hızlı ilerleme kaydedecek. Peki ya biz geleceğe ne kadar
hazırız?
Bu yazı Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından çıkarılan Makina Bülten'in 2018 Temmuz sayısında yayınlanmıştır. Bültene gitmek için lütfen buraya tıklayın.
Bu yazı Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından çıkarılan Makina Bülten'in 2018 Temmuz sayısında yayınlanmıştır. Bültene gitmek için lütfen buraya tıklayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder