29 Mart 2020 Pazar

Kıyametin Ardından



Ortaya çıkışının ardından kısa bir süre içinde küresel bir salgına, yani bir pandemiye dönüşen Covid-19, salgın başlangıcının üzerinden haftalar geçtikten sonra kontrol altına alınabilmiş ve dünya üzerindeki son hasta yaşamını yitirdikten sonra tamamen ortadan kalkmıştı.

Hastalığın bedeli ağırdı; dünyanın pek çok ülkesinde hayvancılık, turizm ve kültür-sanat endüstrisi zarar görmüş, sağlık sistemi ise çökmüştü. Bu çöküş kırılgan ekonomileri tamamen savunmasız hale getirdi. Gelişmiş ülkeler ve bu ülkelere ait ulusal bankalar ise borçlarını alamadıkları için batma noktasına geldiler. Fakat en azından 2020’li yıllara damgasını vuran bu pandemik hastalık nihayet son bulmuştu.

...
Bir son dakika haberiyle karşınızdayız. Güneydoğu Asya’da ortaya çıkan yeni bir hastalık, kıtanın yarısına hızla yayılmaya başladı. Amerika başta olmak üzere, Batı Avrupa, Rusya ve bazı Arap ülkeleri, Güneydoğu Asya ile olan tüm ticari anlaşmaları askıya aldı ve bu ülkelere giriş çıkışları yasakladı. Ayrıca salgının yaşandığı ülkelerdeki konsolosluk çalışanlarını ülkelerine geri çağırdılar. Bu ülkelerde çeşitli amaçlarla bulunan vatandaşları içinse henüz bir adım atmadılar.
...

- Biri bitti derken bir başkası geldi sanırım. Tanrı’nın sevmediği çocuklarıyız, hepimizin canını almadan rahat vermeyecek.

+ Dünya’nın ayarlarıyla fazla oynadık, bu kadar insanı kaldıramayacağı belliydi. Bana kalırsa Dünya, içindeki virüsleri temizliyor. Darwin’in sesini duyuyor gibiyim: “Benim doğal seleksiyonum işini bilir!”

- Hadi be oradan! Yok, doğal seleksiyonmuş, yok Darwin’miş… Senin gibi dinsizler yüzünden bu hale geliyoruz. Ne diyor kitap, “…yarın ülkene çekirgeler göndereceğim. Yeryüzünü öylesine kaplayacaklar ki, toprak görünmez olacak. Doludan kurtulan ürünlerinizi, kırda biten bütün ağaçlarınızı yiyecekler.”

+ Sen eskinin masallarına inanmaya devam et. Eğer bu salgının önünü alamazlarsa Tanrı’ya mı dua edeceksin, yoksa bilim insanlarından mı medet umacaksın hep beraber göreceğiz.

Bu kısa diyaloğun üzerinden henüz bir ay bile geçmemişti ki, hastalık kapıyı çaldı. İnsanların, henüz birkaç yıl önce Yeni Koronavirüs’ten tecrübe ettikleri şekilde yaşamaya başlamalarına rağmen hızla yayılıyordu. Hastalık önce Asya Kıtası’nın tümünü, oradan Rusya ve Orta Doğu’yu, ardından Avrupa ve Amerika’yı vurdu.

Birkaç yılda zar zor toparlanmış olan dünya ekonomisi, birkaç hafta geçmeden büyük bir krize girmişti. Dolar ile birlikte dünyadaki tüm para birimleri %300 seviyelerinde değer kaybetti. Borsalar artık her gün değil üç günde bir açılıyordu. Üstelik Amerika’nın git gide daha fazla dolar basması da işe yaramıyordu. Borçlar birikiyor, şirketler batıyor ve kamu kurumları iflas bayraklarını çekiyordu. Dünyaya artık kaos hakimdi.

Bilim insanları bu virüse Covid-CES (Chronic Earth Syndrome) adını vermişlerdi. Covid-19 virüsünün mutasyona uğraması sonucu ortaya çıkan Covid-CES virüsü, yakın kuzenine göre hem çok daha ölümcül hem de çok daha yayılmacıydı. Yalnızca birkaç hafta içinde neredeyse tüm dünyaya yayılarak insan nüfusunun %25’ine yakın kısmını yok etmişti. Kriz gün be gün tırmanıyordu ve alınan önlemlerin hiçbiri yeterli olmamıştı. İnsanların evden çıkmaması yayılımı bir nebze durdursa da hastalığın neden olduğu açlık ve derinleşen yoksulluk insanları ölüme mahkûm etmişti.

Virüs en çok yoksulları vuruyordu. Varoşlarda yaşayan insanlar, kanalizasyon işçileri, atık toplayanlar, seks işçileri ve temizlik görevlileri gibi kamuda çalışan işçiler en fazla kayıp yaşayan kesimdi. Bu insanlarla temas halinde olan beyaz yakalılar ise yaşam kalitesinin gittikçe düşmesi, moral bozukluğu ve işsizlik gibi sebeplerle hastalıktan en fazla etkilenen ikinci sosyal tabaka konumuna geldi. Sosyal izolasyon ve gelecek kaygısı anksiyeteye neden oldu ve gelişmiş ülkelerdeki intihar vakaları dramatik biçimde arttı.

Dünyanın her yanında gittikçe yükselen tansiyon, özellikle yoksul sınıfların öfkesini ve şiddete eğilimini artırıyordu. Öfke paniğe, panik ise isyanlara neden olmaya başlamıştı. Fakat hastalık, eğitimsizlik ve açlık gibi sebeplerle örgütlenemeyen kalabalıklar, içlerinde biriken tüm öfkeyi ya kendi yakınlarından ya da üst tabakalardaki kişilerden çıkarmaya başladılar.

Kalabalığın öfkesini dindiremeyen devletler, bazı şehirlerde zenginlerin villalarının basılması, büyük holdinglerin binalarının ateşe verilmesi ve yer yer linç ve tecavüz girişimlerinin sonrasında tek tek OHAL ilan etmeye başladılar. Hızla çöken ekonomik sistem, OHAL kararları sonrası yapılan iç güvenlik harcamalarının yükünü kaldıramadı. Bunun sonucunda ise askeri harcamaları finanse edebilmek için sağlık ve eğitim sistemine ayrılan kaynakları kullanmaya başladılar.

Gün geçtikçe büyüyen gerilim, devletleri daha fazla zor kullanmaya itti. İnsan hakları, dünyadaki tüm devletler tarafından askıya alındı. Küreselleşme son buldu ve ittifaklar bozuldu. Küresel şirketlerin faaliyetleri yasalarla kısıtlandı ve ulusal devletlere bağlandı. Emperyalist devletlerin tamamı, neredeyse tüm askeri üslerini kapatmak zorunda kaldılar. Artık herkes kendi başınaydı, amaç ise yoksul sınıfların öfkesinden ölesiye korkan azınlıkları güvence altına almaktı.

Burjuvazi, kendi ülkesindeki tüm siyasal kesimlerle anlaşma yoluna gitti. Artık her ülke, tüm siyasal taraflarıyla birlik ve bütünlük içindeydi. Salgın korkusu, ekonomik kriz ve gizlice örgütlenen siyasal hareketler, tüm devletleri en ilkel mekanizmalarına geri döndürmeyi başarmıştı: Savaş ya da kaç! Burjuva partilerinin hepsi tek bir çatı altında merkezileşerek bir araya geldiler. Bir taraftan salgını durdurmak için önlem almaya, diğer taraftan ise merkezi otoriteyi artırmaya çalıştılar. Birkaç ay boyunca sürecek olan bu kavga, yüz binlerce insanın ölümüne, binlerce faili meçhul cinayete ve bir milyondan fazla insanın sakat kalmasına yol açacaktı. Devlet salgını artık durdurulamaz hale gelmişti.

Dünyanın en kalabalık şehirleri hayalet kasabalara dönmeye başladı. Metrolar, vapur seferleri ve bazı otobüs hatları artık çalıştırılmıyordu. Dolmuşçular, taksiciler ve özel hizmet veren ulaşım şirketleri zarar ederek kapandılar. AVM’ler, kafeler, restoranlar, oteller ve tatil merkezleri ise kimsenin ayak sürmediği yerler haline geldi. Büyük şehirlerdeki nüfus, ölenler ve küçük şehirlere taşınanlar nedeniyle hızla azalmaya başladı. Artık emlak para etmiyordu, inşaat ve emlak şirketleri kapandı. Ev sahipleri kiraları ne kadar düşürse de artık kiracı bulamıyordu. Oturduğun yerden para kazanma devri çoktan kapanmıştı…

Bazı kimseler, elbette şanslı olanlar, köy ve kasabalardaki evlerine geri döndüler. Artık piyasanın ihtiyaç duyduğu en önemli şey yiyecek, ilaç ve temiz suydu. Bu insanların bir kısmı tarımla uğraşarak nispeten zenginleşmeye başladılar. Herkesten uzak bir şekilde, izole bir hayat yaşıyorlardı. Kimisi ise yalnızca kendi ihtiyacı kadar üretmeye ve fazlasını depolamaya başlamıştı. İnsanlık, yerleşik yaşamın henüz başladığı çağlara geri dönüyor gibiydi…

Elbette hayat herkes için bu kadar kötü değildi. Yazılımcılar, teknoloji şirketleri, genetik araştırmalar yapan bazı şirketler, ilaç şirketleri ve topraksız tarım yapan şirketler yükselmeye başlamıştı. Bazı şirketlerin değeri, süregelen ekonomik buhranda bile göz kamaştıran cinstendi. Fakat yine de bu şirketlerin hali, enerjisini son damlasına kadar harcayıp kendi içine çökmüş bir Nötron yıldızına benziyordu: Eski parlak günlerini geride bırakmış, soğuyarak yavaş yavaş yok olan bir Nötron yıldızı…

Kapitalizmin bu hızlı çöküşü, halkın bazı kesimlerine bir süreliğine umut vermiş olsa da gerçekleşen şey son derece kaygı vericiydi. Sağlık ve eğitim sisteminin bozulması, gıda ve temiz su tedarikinde yaşanan aksamalar ve devletlerin gittikçe artan iç güvenlik harcamaları toplumu yerle bir etti. Her şeye rağmen cılız bir şekilde direnmeye ve örgütlenmeye çalışan sol muhalefet, devletin verdiği şiddetli tepkilerle dağıldı. Artık kamunun çıkarlarını savunacak tek bir sol örgüt dahi kalmamıştı.

Üstelik egemen güçler, devletlerarası anlaşmalar yaparak ortaklaşa propaganda faaliyetleri yürütmeye başlamıştı. Burjuvaziyi ve otokrasiyi temsil eden yapılar, egemen devletlerin himayesi altında dünyanın her yanında gizlice örgütlenmişti. Devletlerarası mücadelenin yerini hükümetler arası mücadele almış ve sistem, güçlü olanın kendinden zayıf olana düzenlediği kontrgerilla operasyonlar ile devam eder hale gelmişti. Yüksek bütçeli askeri operasyonlar, yerini teknolojik imkânlarla desteklenen casusluk faaliyetlerine bırakmıştı.

Dünya, buzdağına çarptığı halde ilerlemeye çalışan Titanic’e benziyordu. Geminin her yanı su alsa da gemiyi en son terk edecek olanlar, dümeni ellerinde tutanlardı! Dışarıda ölen milyonlar, avantajlı grupların daha fazla paniklemesine ve evlerinde tıkılı kalmaya devam etmelerine neden oldu. Ülkelerin okumuş, aydın, dünyayı doğru bir pencereden okuyabilecek olan tüm kesimleri salgının yarattığı korku haline teslim oldular. Bu korku ve panik hali, devletlerin en canice uygulamalarına bile tepki gösterilmemesine neden oluyordu. Yolsuzluk, insan hakları ihlalleri, mültecilerin gözden çıkarılması, dini tarikatların artışı ve ekonomik sistemin üzerine gittikçe daha fazla çöken güvenlik harcamaları adeta dünyanın sonunu getiriyor gibiydi. Dünya artık koskoca bir cinayet mahalline dönmüştü.

Devletler, adil yargılanma hakkını insanların elinden tamamen almıştı. Dünyanın her yerinde muhalif gazeteciler, insan hakları aktivistleri ve direnişçiler açlığa ve hürriyetten yoksunluğa terk ediliyordu. ‘Big Brother’ şehirleri 7/24 izliyor, yapay zekâ ile donatılmış güvenlik uygulamaları fişlenmiş olan kimseleri tespit etmekte gecikmiyordu. Kamu düzenini ve ulusal güvenliği tehdit ettiği iddiasıyla yaka paça gözaltına alınan bu insanlar, hızlıca bölge mahkemelerinde yargılanarak idam ediliyordu. Devlet tarafından kamulaştırılmış olan TV kanalları ise, akşam haberlerinde bu kişilerin kimliklerini paylaşarak ‘teröristlerin etkisiz hale getirildiği’ haberlerini veriyordu.

İnternet üzerinden mesajlaşma hizmeti veren uygulamalar, başta egemen devletlerin istihbarat teşkilatları olmak üzere, neredeyse tüm devletler tarafından kontrol altında tutuluyordu. Web üzerinde aratılan her sözcük, mesajlaşma uygulamaları üzerinden gönderilen her ifade özenle inceleniyor ve yapay zekâ desteği sayesinde tüm yazışmalar deşifre ediliyordu. Özgür yazılımcılar tarafından yayınlanan VPN uygulamaları bir nebze gizlilik sağlasa bile, bu uygulamaların cep telefonlarında yüklü olduğu tespit edilen kişiler hakkında yasal işlem başlatılıyordu.

Dünya, gittikçe darboğaza girmeye ve oyun kurucuları tarafından yok edilmeye devam etti. Yoksulların ve orta sınıfın emek gücü sayesinde gelişen teknoloji, birkaç on yıl önceki hızında ilerlemese bile ilerlemeye devam etti. Yeni enerji kaynaklarının keşfi, mevcut olanların iyileştirilmesi ve yıllar süren baskıcı rejimlerin sonucunda insanlık yeni bir evreye girdi. Hızla azalan dünya nüfusu dünyadaki canlılığın yeniden gelişmesini sağladı ancak geri dönülemez noktada olan küresel iklim krizi nedeniyle dünyanın dengeleri değişti. Felaketler felaketleri doğurdu ve insanlık çağı, en azından Dünya üzerinde kapanmış oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder