Ortaya çıkışının ardından kısa bir süre içinde küresel bir
salgına, yani bir pandemiye dönüşen Covid-19, salgın başlangıcının üzerinden
haftalar geçtikten sonra kontrol altına alınabilmiş ve dünya üzerindeki son
hasta yaşamını yitirdikten sonra tamamen ortadan kalkmıştı.
Hastalığın bedeli ağırdı; dünyanın pek çok ülkesinde
hayvancılık, turizm ve kültür-sanat endüstrisi zarar görmüş, sağlık sistemi ise
çökmüştü. Bu çöküş kırılgan ekonomileri tamamen savunmasız hale getirdi.
Gelişmiş ülkeler ve bu ülkelere ait ulusal bankalar ise borçlarını alamadıkları
için batma noktasına geldiler. Fakat en azından 2020’li yıllara damgasını vuran
bu pandemik hastalık nihayet son bulmuştu.
...
Bir son dakika
haberiyle karşınızdayız. Güneydoğu Asya’da ortaya çıkan yeni bir hastalık,
kıtanın yarısına hızla yayılmaya başladı. Amerika başta olmak üzere, Batı Avrupa,
Rusya ve bazı Arap ülkeleri, Güneydoğu Asya ile olan tüm ticari anlaşmaları
askıya aldı ve bu ülkelere giriş çıkışları yasakladı. Ayrıca salgının yaşandığı
ülkelerdeki konsolosluk çalışanlarını ülkelerine geri çağırdılar. Bu ülkelerde
çeşitli amaçlarla bulunan vatandaşları içinse henüz bir adım atmadılar.
...
- Biri bitti derken bir başkası geldi sanırım. Tanrı’nın
sevmediği çocuklarıyız, hepimizin canını almadan rahat vermeyecek.
+ Dünya’nın ayarlarıyla fazla oynadık, bu kadar insanı
kaldıramayacağı belliydi. Bana kalırsa Dünya, içindeki virüsleri temizliyor.
Darwin’in sesini duyuyor gibiyim: “Benim
doğal seleksiyonum işini bilir!”
- Hadi be oradan! Yok, doğal seleksiyonmuş, yok Darwin’miş…
Senin gibi dinsizler yüzünden bu hale geliyoruz. Ne diyor kitap, “…yarın ülkene çekirgeler göndereceğim. Yeryüzünü
öylesine kaplayacaklar ki, toprak görünmez olacak. Doludan kurtulan
ürünlerinizi, kırda biten bütün ağaçlarınızı yiyecekler.”
+ Sen eskinin masallarına inanmaya devam et. Eğer bu
salgının önünü alamazlarsa Tanrı’ya mı dua edeceksin, yoksa bilim insanlarından
mı medet umacaksın hep beraber göreceğiz.
Bu kısa diyaloğun üzerinden henüz bir ay bile geçmemişti ki,
hastalık kapıyı çaldı. İnsanların, henüz birkaç yıl önce Yeni Koronavirüs’ten
tecrübe ettikleri şekilde yaşamaya başlamalarına rağmen hızla yayılıyordu. Hastalık
önce Asya Kıtası’nın tümünü, oradan Rusya ve Orta Doğu’yu, ardından Avrupa ve
Amerika’yı vurdu.
Birkaç yılda zar zor toparlanmış olan dünya ekonomisi,
birkaç hafta geçmeden büyük bir krize girmişti. Dolar ile birlikte dünyadaki
tüm para birimleri %300 seviyelerinde değer kaybetti. Borsalar artık her gün
değil üç günde bir açılıyordu. Üstelik Amerika’nın git gide daha fazla dolar basması
da işe yaramıyordu. Borçlar birikiyor, şirketler batıyor ve kamu kurumları
iflas bayraklarını çekiyordu. Dünyaya artık kaos hakimdi.
Bilim insanları bu virüse Covid-CES (Chronic Earth Syndrome) adını vermişlerdi. Covid-19 virüsünün
mutasyona uğraması sonucu ortaya çıkan Covid-CES virüsü, yakın kuzenine göre
hem çok daha ölümcül hem de çok daha yayılmacıydı. Yalnızca birkaç hafta içinde
neredeyse tüm dünyaya yayılarak insan nüfusunun %25’ine yakın kısmını yok
etmişti. Kriz gün be gün tırmanıyordu ve alınan önlemlerin hiçbiri yeterli
olmamıştı. İnsanların evden çıkmaması yayılımı bir nebze durdursa da hastalığın
neden olduğu açlık ve derinleşen yoksulluk insanları ölüme mahkûm etmişti.
Virüs en çok yoksulları vuruyordu. Varoşlarda yaşayan
insanlar, kanalizasyon işçileri, atık toplayanlar, seks işçileri ve temizlik
görevlileri gibi kamuda çalışan işçiler en fazla kayıp yaşayan kesimdi. Bu
insanlarla temas halinde olan beyaz yakalılar ise yaşam kalitesinin gittikçe
düşmesi, moral bozukluğu ve işsizlik gibi sebeplerle hastalıktan en fazla
etkilenen ikinci sosyal tabaka konumuna geldi. Sosyal izolasyon ve gelecek
kaygısı anksiyeteye neden oldu ve gelişmiş ülkelerdeki intihar vakaları
dramatik biçimde arttı.
Dünyanın her yanında gittikçe yükselen tansiyon, özellikle
yoksul sınıfların öfkesini ve şiddete eğilimini artırıyordu. Öfke paniğe, panik
ise isyanlara neden olmaya başlamıştı. Fakat hastalık, eğitimsizlik ve açlık
gibi sebeplerle örgütlenemeyen kalabalıklar, içlerinde biriken tüm öfkeyi ya
kendi yakınlarından ya da üst tabakalardaki kişilerden çıkarmaya başladılar.
Kalabalığın öfkesini dindiremeyen devletler, bazı şehirlerde
zenginlerin villalarının basılması, büyük holdinglerin binalarının ateşe
verilmesi ve yer yer linç ve tecavüz girişimlerinin sonrasında tek tek OHAL
ilan etmeye başladılar. Hızla çöken ekonomik sistem, OHAL kararları sonrası
yapılan iç güvenlik harcamalarının yükünü kaldıramadı. Bunun sonucunda ise
askeri harcamaları finanse edebilmek için sağlık ve eğitim sistemine ayrılan
kaynakları kullanmaya başladılar.
Gün geçtikçe büyüyen gerilim, devletleri daha fazla zor
kullanmaya itti. İnsan hakları, dünyadaki tüm devletler tarafından askıya
alındı. Küreselleşme son buldu ve ittifaklar bozuldu. Küresel şirketlerin
faaliyetleri yasalarla kısıtlandı ve ulusal devletlere bağlandı. Emperyalist
devletlerin tamamı, neredeyse tüm askeri üslerini kapatmak zorunda kaldılar.
Artık herkes kendi başınaydı, amaç ise yoksul sınıfların öfkesinden ölesiye
korkan azınlıkları güvence altına almaktı.
Burjuvazi, kendi ülkesindeki tüm siyasal kesimlerle anlaşma
yoluna gitti. Artık her ülke, tüm siyasal taraflarıyla birlik ve bütünlük
içindeydi. Salgın korkusu, ekonomik kriz ve gizlice örgütlenen siyasal
hareketler, tüm devletleri en ilkel mekanizmalarına geri döndürmeyi başarmıştı:
Savaş ya da kaç! Burjuva partilerinin hepsi tek bir çatı altında merkezileşerek
bir araya geldiler. Bir taraftan salgını durdurmak için önlem almaya, diğer
taraftan ise merkezi otoriteyi artırmaya çalıştılar. Birkaç ay boyunca sürecek
olan bu kavga, yüz binlerce insanın ölümüne, binlerce faili meçhul cinayete ve bir
milyondan fazla insanın sakat kalmasına yol açacaktı. Devlet salgını artık
durdurulamaz hale gelmişti.
Dünyanın en kalabalık şehirleri hayalet kasabalara dönmeye
başladı. Metrolar, vapur seferleri ve bazı otobüs hatları artık
çalıştırılmıyordu. Dolmuşçular, taksiciler ve özel hizmet veren ulaşım
şirketleri zarar ederek kapandılar. AVM’ler, kafeler, restoranlar, oteller ve
tatil merkezleri ise kimsenin ayak sürmediği yerler haline geldi. Büyük
şehirlerdeki nüfus, ölenler ve küçük şehirlere taşınanlar nedeniyle hızla
azalmaya başladı. Artık emlak para etmiyordu, inşaat ve emlak şirketleri
kapandı. Ev sahipleri kiraları ne kadar düşürse de artık kiracı bulamıyordu. Oturduğun
yerden para kazanma devri çoktan kapanmıştı…
Bazı kimseler, elbette şanslı olanlar, köy ve kasabalardaki
evlerine geri döndüler. Artık piyasanın ihtiyaç duyduğu en önemli şey yiyecek,
ilaç ve temiz suydu. Bu insanların bir kısmı tarımla uğraşarak nispeten
zenginleşmeye başladılar. Herkesten uzak bir şekilde, izole bir hayat
yaşıyorlardı. Kimisi ise yalnızca kendi ihtiyacı kadar üretmeye ve fazlasını
depolamaya başlamıştı. İnsanlık, yerleşik yaşamın henüz başladığı çağlara geri
dönüyor gibiydi…
Elbette hayat herkes için bu kadar kötü değildi. Yazılımcılar,
teknoloji şirketleri, genetik araştırmalar yapan bazı şirketler, ilaç
şirketleri ve topraksız tarım yapan şirketler yükselmeye başlamıştı. Bazı
şirketlerin değeri, süregelen ekonomik buhranda bile göz kamaştıran cinstendi. Fakat
yine de bu şirketlerin hali, enerjisini son damlasına kadar harcayıp kendi
içine çökmüş bir Nötron yıldızına benziyordu: Eski parlak günlerini geride
bırakmış, soğuyarak yavaş yavaş yok olan bir Nötron yıldızı…
Kapitalizmin bu hızlı çöküşü, halkın bazı kesimlerine bir
süreliğine umut vermiş olsa da gerçekleşen şey son derece kaygı vericiydi. Sağlık
ve eğitim sisteminin bozulması, gıda ve temiz su tedarikinde yaşanan aksamalar
ve devletlerin gittikçe artan iç güvenlik harcamaları toplumu yerle bir etti. Her
şeye rağmen cılız bir şekilde direnmeye ve örgütlenmeye çalışan sol muhalefet, devletin
verdiği şiddetli tepkilerle dağıldı. Artık kamunun çıkarlarını savunacak tek bir
sol örgüt dahi kalmamıştı.
Üstelik egemen güçler, devletlerarası anlaşmalar yaparak
ortaklaşa propaganda faaliyetleri yürütmeye başlamıştı. Burjuvaziyi ve otokrasiyi
temsil eden yapılar, egemen devletlerin himayesi altında dünyanın her yanında
gizlice örgütlenmişti. Devletlerarası mücadelenin yerini hükümetler arası
mücadele almış ve sistem, güçlü olanın kendinden zayıf olana düzenlediği
kontrgerilla operasyonlar ile devam eder hale gelmişti. Yüksek bütçeli askeri
operasyonlar, yerini teknolojik imkânlarla desteklenen casusluk faaliyetlerine
bırakmıştı.
Dünya, buzdağına çarptığı halde ilerlemeye çalışan Titanic’e
benziyordu. Geminin her yanı su alsa da gemiyi en son terk edecek olanlar,
dümeni ellerinde tutanlardı! Dışarıda ölen milyonlar, avantajlı grupların daha
fazla paniklemesine ve evlerinde tıkılı kalmaya devam etmelerine neden oldu. Ülkelerin
okumuş, aydın, dünyayı doğru bir pencereden okuyabilecek olan tüm kesimleri salgının
yarattığı korku haline teslim oldular. Bu korku ve panik hali, devletlerin en
canice uygulamalarına bile tepki gösterilmemesine neden oluyordu. Yolsuzluk, insan
hakları ihlalleri, mültecilerin gözden çıkarılması, dini tarikatların artışı ve
ekonomik sistemin üzerine gittikçe daha fazla çöken güvenlik harcamaları adeta
dünyanın sonunu getiriyor gibiydi. Dünya artık koskoca bir cinayet mahalline
dönmüştü.
Devletler, adil yargılanma hakkını insanların elinden
tamamen almıştı. Dünyanın her yerinde muhalif gazeteciler, insan hakları
aktivistleri ve direnişçiler açlığa ve hürriyetten yoksunluğa terk ediliyordu. ‘Big
Brother’ şehirleri 7/24 izliyor, yapay zekâ ile donatılmış güvenlik
uygulamaları fişlenmiş olan kimseleri tespit etmekte gecikmiyordu. Kamu
düzenini ve ulusal güvenliği tehdit ettiği iddiasıyla yaka paça gözaltına
alınan bu insanlar, hızlıca bölge mahkemelerinde yargılanarak idam ediliyordu. Devlet
tarafından kamulaştırılmış olan TV kanalları ise, akşam haberlerinde bu
kişilerin kimliklerini paylaşarak ‘teröristlerin etkisiz hale getirildiği’
haberlerini veriyordu.
İnternet üzerinden mesajlaşma hizmeti veren uygulamalar,
başta egemen devletlerin istihbarat teşkilatları olmak üzere, neredeyse tüm
devletler tarafından kontrol altında tutuluyordu. Web üzerinde aratılan her
sözcük, mesajlaşma uygulamaları üzerinden gönderilen her ifade özenle
inceleniyor ve yapay zekâ desteği sayesinde tüm yazışmalar deşifre ediliyordu. Özgür
yazılımcılar tarafından yayınlanan VPN uygulamaları bir nebze gizlilik sağlasa
bile, bu uygulamaların cep telefonlarında yüklü olduğu tespit edilen kişiler
hakkında yasal işlem başlatılıyordu.
Dünya, gittikçe darboğaza girmeye ve oyun kurucuları tarafından
yok edilmeye devam etti. Yoksulların ve orta sınıfın emek gücü sayesinde gelişen
teknoloji, birkaç on yıl önceki hızında ilerlemese bile ilerlemeye devam etti. Yeni
enerji kaynaklarının keşfi, mevcut olanların iyileştirilmesi ve yıllar süren
baskıcı rejimlerin sonucunda insanlık yeni bir evreye girdi. Hızla azalan dünya
nüfusu dünyadaki canlılığın yeniden gelişmesini sağladı ancak geri dönülemez
noktada olan küresel iklim krizi nedeniyle dünyanın dengeleri değişti.
Felaketler felaketleri doğurdu ve insanlık çağı, en azından Dünya üzerinde
kapanmış oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder