6 Aralık 2015 Pazar

Yanılsama

yanılsama, sanrı, halüsinasyon, şizofreni, trip


Yanılsamadan ibaret olduğunu düşündüğü bedenime hakaretler yağdırırken halen sinirli görünüyor ve kafasını sağa sola sallayarak beni öldüreceğini söylüyordu. Sahi bunu yapabilir miydi? Tam bir delilik olduğunu biliyorum fakat bir an için beni gerçekten öldürebileceğini düşündüm. Sonra o gergin yüzüne bakıp, "Seni aklımın en ücra köşelerinden bile sileceğim; seni bütün çılgınlıklarınla birlikte geldiğin yere gömeceğim." dedim.

Merhaba, ben Stawinski. 28 yaşında, 1.80 boyunda, yakışıklı sayılabilecek esmer bir erkeğim. Geçmişim hakkında konuşmayı pek fazla sevmem; aslında bakarsanız konuşmayı da pek fazla sevmem. Lâkin, son dönemlerde yaşadığım mental sorunlardan dolayı, eskisinden fazla konuşmaya ihtiyacım var.

Bundan birkaç ay önce tek başıma yaşayan biriydim. Uzun bir süre ailesinin yanında yaşamış olan her erkek gibi ben de tek başına yaşamanın verdiği huzuru ve konforu hiçbir yerde bulamadım. Fakat son dönemlerde yaşadığım maddi sıkıntılar yüzünden ev arkadaşı aramaya başladım. Sonra Paul ile tanıştım. Paul, ev arkadaşı ilanını görüp beni arayan kişilerden biri değildi. Onunla, sıkıntılı bir gecemde tek başıma gidip içtiğim bir barda tanıştım. O da benim gibi oldukça sıkıntılı görünüyordu. Hiç durmadan ellerini ovuşturan, sigarasını tam bitirmeden yenisini yakan ve etrafıyla hiç ilgilenmeyen tavırlarıyla beni kendisine çekmeyi başarmıştı. Ona bakınca kendimi görüyormuşum gibi hissetmiştim. Bu nedenle ona bir viski ısmarlayıp yanına gittim. Yanına oturduğum anda bana söylediği ilk şey, "Ben eşcinsel değilim moruk." olmuştu; "Bak, yanlış anlama. Gerçekten cinsiyetçi biri değilim fakat gereğinden fazla yaklaşırsan seni fena döverim." ise ikinci lafı. Her neyse, konumuz bu değil. Onunla nihayetinde tanışıp derdimi anlatabilmiştim. Gerçekten de bana oldukça benziyordu; hayat hikâyemiz, sorunlarımız, eski kız arkadaşlarımız, hayal kırıklıklarımız... Bütün gece onu dinledim fakat ben pek bir şey anlatmadım. Ona yalnızca, "Seninle ben, gerçekten birbirimize benziyoruz." deyip durdum. Beni anlamış gibi gözüküyordu. Dedim ya zaten, ben pek fazla konuşmayı sevmem. Onunla yalnızca bu konuda pek fazla uyuşmuyorduk; geri kalanı ise neredeyse aynıydı.

Derken kısa süre içinde iyi birer dost olduk ve tanışmamızın üçüncü haftasında benim yanıma taşındı. Bizimkisi sanki birer kader ortaklığıydı. Aslında benim aksime kadere pek inanmazdı: Ona göre biz yoldaştık.

Paul ile çok zaman geçirdik. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez olmuştu. Birbirimize iyice alıştığımız dönemde ikimiz de işten ayrıldık. Birikimlerimizle idare ediyor; çok gerekmedikçe dışarı çıkmıyorduk. Aslında, uyuşturucu almak için dışarı çıktığı zamanlarda ona göz kulak olmak için ben de çıkıyordum. Ona her defasında uyuşturucuyu bırakmasını söylediysem de lafımı bir türlü dinletemedim. Bir müddet sonra kendimi onun ebeveyni gibi hissetmeye başlamıştım bile!

Demiştim ya, birbirimize çok benziyoruz diye, gerçekten uzun bir süre böyle düşünmeye devam ettim fakat neden sonra anladım ki aslında birbirimize hiç de benzemiyoruz. Daha doğrusu birbirimize hem çok benziyoruz hem de hiç benzemiyoruz. Kimi zaman ona tam anlamıyla ayak uydurabiliyorken kimi zamansa yaptığı hiçbir şeye anlam veremiyordum. Gerçekten zaman geçtikçe yaptığı pek çok şey benim için anlamsızlaşmaya başlamıştı. Gerçi bir gün içerken kendisi de bunu pekâlâ itiraf etti: "Fakat elimde değil... Ne kadar istemesem bile... Böyle bir adamım işte, anla beni. Senin gibi biri olmak isteyen ancak hiçbir zaman kendinden vazgeçemeyecek bir adam. Belki de bu nedenle senin yanına taşınmışımdır."

Tüm aptallıklarına rağmen ev arkadaşlığımız oldukça uzun bir süre sürdü. Paul beni büyük bir yalnızlığın içinden kurtarmıştı fakat bu süre içerisinde de benden pek çok şey alıp götürmüştü. Yaşam tarzının bohemliğinden ve kafasının dağınıklığından usanmıştım. Kimi zaman ise bir yerlere çekip gitmesinden... Beni tamamen unuturdu ve bir şeyler yapıp geri gelirdi. O süre içerisinde ondan hiç haber alamazdım fakat anladığım kadarıyla eğleniyordu. Sanırım her zaman isteyip hiçbir zaman olamadığım biriydi. Bu konuda da onunla aynı şeyi düşünüyorduk.

Ondan ayrı kaldığım süre boyunca ne yaptığını merak edip durdum hatta birkaç sefer onu takip etmeyi bile denedim fakat her nasılsa, her defasında izini kaybettirmeyi başarıyordu. Benden gizli yaptığı hiçbir şeyi ortaya çıkaramıyordum. Bir müddet sonra onu tamamen kendi haline bırakıp düşünmeye başladım. Yaptıklarını, anlattıklarını, bana karşı olan tavırlarını... Her şeyi didik didik ettim, tüm anılarımızı bir yerlere yazarak olay sırasına göre dizdim. Hiçbir ayrıntıyı atlamadım ve bir gün bir şey dikkatimi çekti: Masanın üzerindeki bardak. Biz dün gece içmiştik öyle değil mi? Yani biz, Paul ve ben ikimiz de içmiştik fakat masanın üzerinde bir tane bardak vardı. Hemen bulaşık makinesinin kapağını açıp içine bir göz attım; oradan da mutfağın çeşitli yerlerine, çöpe ve kanepenin kenarına. Her yere baktım ancak bir bardak daha bulamadım. Onunla birlikte içtiğimize emindim ancak diğer bardağı bir türlü bulamadım. Belki de giderken bardağı çöpe attı ya da bilmiyorum, başka bir şey işte... Bardak olayını kafama takmamaya çalıştım ve odama gittim fakat o da ne! Odamdaki diğer yatak neredeydi? Odamda iki yatak olduğuna eminim çünkü Paul ile aynı odada kalıyorduk! Her şey gitgide ilginçleşmeye başlamıştı çünkü o an fark etmiştim ki, bu küçücük odaya iki yatak sığamazdı. Aklımı kaçıracak gibiydim, neler oluyordu?

Aylar önce, kız arkadaşım tarafından terk edildiğimde, arkadaşlarımdan uzaklaştığımda ve ailem tarafından dışlandığımda çok yalnız kalmıştım. Paul işte bu dönemde çıkıp girmişti hayatıma. Kadınlardan ve insanlardan soğuduğum bir dönemde... Aman Tanrım! Ya Paul benim yarattığım biriyse, o zaman ne olacaktı?

Tekli koltuğun yanına çömelip başımı bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Aklımı kaybetmek üzere, saatler süren bir yolculuğa çıktım. Zihnimin en derinlerine inmeye çalışıp orada Paul'u aradım. Aradığım cevaplara ulaşmak üzere olduğumu hissettiğim anda Paul içeri girdi. Bana öylece bakıp ne yaptığımı sordu. Yine içmişti ve oldukça gergin gözüküyordu. Paul'u görünce yaşadığım travmayı bir anda unutup ona nerede olduğunu sordum. Bana cevap vermemeyi tercih etti ve kanepenin üzerine uzandı. Nerede olduğunu öğrenmek için üsteledim; fakat tek bir cevap bile alamadım. Beni herkesin yalnız bıraktığı halime çok benziyordu. İşte bu! Gerçekleri tekrar anımsadım; Paul gerçek değildi!

"Paul, seninle konuşmamız gereken bir konu var." diyerek lafa girdim. "Biliyor musun, sen yalnızca bir karaktersin; beni yalnızlığımdan kurtarasın diye uydurduğum bir karakter. Sen bir hiçliksin; deneyimlerimden edindiğim bir sonuç! Düşüncelerimden ibaret bir fantazi!" Ben böyle söyledikten sonra Paul bana döndü ve, "Sahiden mi?" dedi, "Belki de gerçek olan benimdir ha? Belki de sen benim yarattığım bir karaktersindir kim bilir?" Ona aptal olmaması gerektiğini söyledim: "Gerçekten çok yalnızdım; arkadaşlarımdan, ailemden, kız arkadaşımdan ve iş yerimden ayrılmıştım. Herkesin beni kaderime terk ettiği bir dönemde sen çıkıverdin; hem de öylece, pat diye!" Ben böyle söylediğimde yüzü asıldı ve tek bir hamleyle koltuktan kalkıp karşıma geçti: "Bana bak soytarı, benim cümlelerimi kullanıyorsun. Benim gibi kokuyor, benim gibi düşünüyorsun fakat aynı zamanda olmak isteyip de olamadığım biri gibisin. Yaşam tarzımı beğenmiyor, beni her fırsatta eleştiriyorsun. Bana öğütler verip duruyorsun. Sen benim, yıllar önce kaybettiğim birine çok benziyorsun!"

Aklım iyice karışmıştı fakat sinirlenmemeye ve aklı selim bir şekilde düşünmeye çalıştım. Paul'un tüm öfkesini üzerime kusmasına izin verip sustum fakat onu tam olarak dinlemedim bile. O konuşurken ben düşünüyordum. Evden bir an önce çıkıp psikoloğumu tekrar görmem gerektiğine karar verdim ancak Paul yakamı bırakacak gibi görünmüyordu. Beynimin yarattığı bir halüsinasyonun düşüncelerimi okuyup buna göre davranabilme ihtimalini düşündüm. Ne yapacağımı bilmiyordum, derken Paul'a geri döndüm.

Yanılsamadan ibaret olduğunu düşündüğü bedenime hakaretler yağdırırken halen sinirli görünüyor ve kafasını sağa sola sallayarak beni öldüreceğini söylüyordu. Sahi bunu yapabilir miydi? Tam bir delilik olduğunu biliyorum fakat bir an için beni gerçekten öldürebileceğini düşündüm. Sonra o gergin yüzüne bakıp, "Seni aklımın en ücra köşelerinden bile sileceğim; seni bütün çılgınlıklarınla birlikte geldiğin yere gömeceğim." dedim.

Sinirlendiğimi görünce şaşkına döndü ve elini arkasına götürdü. Kemerine takılmış olan bir şeyi çıkarmakla uğraşıyordu. "Beni öldüremezsin aptal, sen bir hayalden ibaretsin!" diye bağırdım. Bana güldü ve elini arkasından kurtararak bana bir şey uzattı. "Bir fotoğraf mı? Neyin peşindesin sen?" diye sordum, "Al da bak." dedi. Fotoğrafa baktım, Paul ile tanıştığımız gün çekildiği anlaşılan bu fotoğrafta Paul tek başına barda oturuyordu. "Bu ne anlama geliyor şimdi?" diye sordum, "Fotoğrafa iyice bak aptal." dedi, "Yeşil montlu adamı görüyor musun? Bize doğru dönmüş bir şeyler söylüyor. Hatırlıyorsan benden çakmak istemişti ve ben çakmağımı bulamayınca sen uzatmıştın. Fotoğrafta ise çakmağı uzatan kişi barmen; benim yanım ise boş! Sen gerçek değilsin ahbap! Sen büyük bir yalandan ibaretsin; aklımın bana bir oyunu! Sen artık ölü bir kurgusun!"

Bir de baktım ki, elime aldığımı sandığım fotoğraf Paul'un elinde duruyordu. Odadaki resimlerin tümü değişmişti; evde bana dair ne varsa bir anda silindi. Ev, en başından beri Paul'undu... Ben ise, Paul'un zihninde yarattığı bir bilincin kaybolmakta olan parçası...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder