Lağım çukurundaki sivrisineğin kanat çırpışlarının yatak odamda kasırgaya dönüşmesini seyretmek istiyorum.
5 Aralık 2015 Cumartesi
Tanrı'ya İnanmak vs. Tanrı'nın Varlığına İnanmak
Ahmet'e inanıyorum deseydim ne düşünürdünüz? Tabii ki de Ahmet'in söylediklerine ya da gösterdiklerine; kısacası Ahmet'in işaret ettiği şeye inandığımı düşünürdünüz. Ahmet'e inanmakla Ahmet'in varlığına inanmak arasında dağlar kadar fark varken Tanrı'ya inanmakla Tanrı'nın varlığına inanmak neden birbirinin aynı anlama gelsin?
Peki, Tanrı'ya inanıyorsam, yani onun işaret ettiklerine inanıyorsam, bu, Tanrı'nın varlığına da inandığım anlamına gelmez mi? Evet, gelir. Sonuçta varlığına inanmadığım bir şeyin işaret ettiklerine de inanmıyor olmam beklenir. Daha doğrusu, eğer bir "şeyin" ifade ettiklerine inandığımı belirtiyorsam o halde o "şeyin" varlığını da zaten kabul etmişim demektir. O halde Tanrı'ya inanmak ya da Tanrı'nın varlığına inanmak aynı düşünceyi ifade ediyor. Fakat buradaki sorun, anlatımla izah edilen şeylerin aynı olup olmadığından çok düşüncenin izah ediliş biçiminde.
Ahmet'e inanmak ile Ahmet'in varlığına inanmak örneğine geri dönelim: Şimdi, birinci cümleden anladığımız kadarıyla, Ahmet bize bir şeyler söylemeye çalışıyor. Yani Ahmet'in bir konu hakkında düşünceleri, fikirleri ya da eylemleri var fakat ikinci cümle yalnızca Ahmet'in var oluşuyla ilgili bir düşünceyi aktarıyor. Peki, bu ne demek? Eğer Ahmet Tanrı olsaydı ve biz Ahmet'in düşünceleri, fikirleri ya da eylemlerinin olduğuna dair bir ön kabulle konuşmuş olsaydık, Ahmet'in gönderdiği bir kitaptan, bir peygamberden ya da birkaç cümle dolusu kuraldan da bahsetmiş olurduk. Yani Ahmet bir şey söylüyorsa, bunu bir yere yazmış ve bize göndermiş olabilir. Biz de bu durumda teist olurduk (yani bir kutsal kitaba inanan kişi). Eğer Ahmet'e değil; Ahmet'in varlığına inandığımızı söyleseydik; Ahmet'e ait bir kutsal kitaba değil; doğrudan Ahmet'in var olduğuna inandığımızı söyleyerek deist olurduk. Belki de bunların tümünü inkâr ederek ateist (Ahmet'in varlığını reddeden kişi) olurduk. Bu da demek oluyor ki, ifadedeki yanlışlık anlamının özünde değil; biçiminde.
Böylesine gereksiz bir konuda yazma eylemine başlamışken, konuyla ilgili başka bir örneğe daha değineyim. Örneğin, Tanrı'ya inanmak (İslam dini çerçevesinde: Allah'a inanmak), aslında çoklu bir din anlayışının bir ürünü olabilir mi? Yine Ahmet örneğine dönüyorum: Ben Ahmet'e inandığımı söylüyorsam, bu açıkça başka birilerinin de bir şeyler söylediği anlamına gelmez mi? O halde Tanrı'ya inandığımı söylüyorsam, başka "şeyler"in varlığını da kabul etmiş olmaz mıyım? Tanrı'ya inanmakla kastım "din" bağlamındaki olgular olduğuna göre, başka "şeyler"in de kendilerine ait dinlerinin olduğundan bahsetmiş olurum. Bu da demek olur ki; birçok yaratıcı ve birçok din var ve ben aralarından "Tanrı" olarak isimlendirdiğime inanıyorum.
Daha çok dil bilgisiyle alakalı olan bu konu bizi biraz daha teolojiye yaklaştırsın ve Tanrı kavramıyla ilgili birkaç soru daha soralım:
Bildiğiniz üzere, üç boyutlu (zaman boyutu ile dört boyutlu) evrenimiz her anlamda sınırlıdır. Örneğin; enerjinin korunumu yasasına göre, evrendeki enerji sabittir, yani evrendeki toplam enerjide artma veya azalma olamaz. Bunu gündelik hayatımızdaki basit deneyimlerimizden de görebiliriz. Mesela bir otomobilin hareket kazanabilmesi için enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerjiyi ise yakıtını harcayarak sağlar. Yakıtın, motordaki yanma odasında değişime uğraması ve enerjisini pistonlar aracılığıyla motora aktarması sayesinde araç hareket eder. Bu bir döngüdür. Nem oranı yüksek sıcak havanın atmosferin yukarı tabakalarında soğuyarak yağışa dönüşmesi ve yağış sonrası aşağıda kalan suyun buharlaşarak tekrar göğe yükselmesi de buna benzer bir kısır döngüyü ve enerjinin korunumu yasası gereği, enerjinin ortadan kaybolmayıp yalnızca biçim değiştirdiğini gösterir.
Evrendeki bir başka sınır ise hız limitimiz ile ilgili. Bilindiği üzere, evrendeki hiçbir madde ışık hızını geçemez çünkü ışığın bu kadar hızlı olmasının tek sebebi, ışık parçacıkları olarak da bilinen fotonların kütlelerinin olmayışıdır. Yani fotonlar birer madde değildir. Eğer kütleleri olsaydı, hızları arttıkça kütleleri de artacak dolayısıyla hızlanmak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyacaklardı. Daha fazla enerji yüklenip kütlelerini arttırdıklarında yine daha fazla enerjiye ihtiyaç duyacak; böylelikle sonsuza dek istedikleri hıza ulaşamayacaklardı.
İki paragrafın özeti şu: Evrenimiz sınırlı! Enerjimiz de hızımız da! Halbuki biz evreni sonsuz zannediyorduk. Her şeyin bir üst limitinin bulunduğu evren hiç sonsuz olabilir mi? Olamaz; lakin sınırlarını göremeyecek kadar küçük olduğumuzdan bize sonsuz gibi geliyor. İnsanoğlunun neden sınırlı bir zekâya sahip olduğunu daha iyi anlamışsınızdır belki. Biz de bu üç boyutlu (zaman boyutu ile dört boyutlu) evrenin bir parçası olduğumuz için biz de sınırlıyız!
Peki, Tanrı evrenin neresinde? Tanrı fiziksel bir güç mü yoksa üç boyutlu evrenin dışındaki başka bir boyut mu? Sınırları olduğundan bahsettiğimiz bir evrenin yaratıcısı da sınırlı bir güce mi sahiptir sizce? Bence öyledir. Eğer sınırsız bir güçle donanmış olsaydı evrenimizi de sınırların ötesinde inşa ederdi. Bunu şöyle izah edeyim: İnsanoğlunun, teknolojinin zirvesinde olduğu bir gelecekte, Ahmet isimli dahi bir bilgisayar programcısı, hükümetin bile elinde olmayan bir hıza sahip bilgisayarının içinde kendi iki boyutlu evrenini oluştursun. Bu evrenin muhakkak bir sınırı olacaktır (Ahmet'in ve bilgisayar teknolojilerinin ulaşabilecekleri maksimum hız kadar) fakat bu iki boyutlu evrenin zamanıyla gerçek dünyanın zamanı birbirinden farklı olacağından, iki boyutlu evrende geçen ve birkaç milyar yıl gibi algılanan zaman aralığı, gerçek dünyadaki birkaç saate denk gelebilir. O halde Ahmet, kendi evreninin yaratıcısı olan bir tanrı; iki boyutlu evrende yaşayan zeki varlıklar ise, evrenlerinin izin verdiği ölçüde kendilerini geliştirebilmiş olan kullar olabilirler! O halde Tanrı, aslında bir ya da iki boyut üzerimizde olan "bir varlık" ya da "bir topluluk" olabilir mi? Sanırım bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Eğer Tanrı, gerçekten sonsuzluğu işaret eden bir kavramsa, o halde üç boyutlu (zaman boyutu ile dört boyutlu) evrenin dışında olmalı. Fakat buradaki asıl soru şu: Sonsuzluk ne demek? Sonsuzluk, içinde yaşadığımız uzay-zaman için geçerli bir kavram değil. Mesela şimdi size, bana ne kadar uzunlukta bir rakam yazabilirsiniz, diye sorsaydım ne cevap verirdiniz? Dünyadaki bütün duvarları, yeri ve hatta göğü doldursanız; evrendeki her taşı, her molekülü ya da her atom altı parçacığı bir sayıyla işaretleseniz ne olur? Muhakkak bir sınıra erişmeyecek misiniz? O halde sonlu bir evrende yaşayıp sonsuzluk kavramını nasıl anlayabiliriz ki? Bu nedenle, eğer gerçekten de sonsuzluk kavramına denk gelen bir tanrı varsa kesinlikle bu evrende değil!
Peki ya nerede olabilir? Mesela matematik evreninde olabilir mi? Matematik evreni, içinde yaşadığımız evrenin temel fizik kurallarını açıklamamızda bize yardımcı olabilen, kendine has yapısı gereği evrenimizle kimi zaman kesişen kimi zamansa çelişen bambaşka bir evren. Eksi iki elmayla eksi iki elmayı topladığınızda dört elmanızın olduğu fantastik bir kurgu! Eğer gerçekten sonsuzluk diye bir şey varsa, işte orada olmalı!
Temel fizik yasalarının matematiksel döngülerle oluşturulduğunu düşünürsek, Tanrı'nın da matematik evreninde bulunduğuna kanıt göstermiş oluruz belki ancak bu sefer de, matematik evreninin sonsuzluğundan dolayı Tanrı'nın sonsuz bir güce sahip olduğunu kabul ederiz ki bu da şu ana dek öğrendiğimiz bütün kurallarla çelişen bir durumu ortaya koyar.
"Sonsuz güç" kavramı, belirli limitleri olan bir gücün zamansal anlamdaki sonsuzluğunu mu ifade eder; yoksa gücün kendisinin bir sınırı olmadığını mı? Sınırlı evrenimizde her ikisinin de mümkün olmadığını biliyoruz. Örneğin bir yıldız, nükleer enerjisini dışarıya ısı ve ışık olarak saçarken başka dünyalara ya da başka yıldızlara hayat verir ve enerjisinin form değiştirerek kendisinden uzaklaşmasından dolayı gün be gün zayıflar. O halde Tanrı da evreni yaratırken, kendi enerjisinin bir kısmını evrene aktarmış ve tekil halinde olduğundan daha zayıf düşmüş olabilir mi?
Diyelim ki Tanrı için böyle bir durum söz konusu değil; o her daim sonsuz bir kudrete ve yaratma gücüne sahip. Peki ya gücünün sınırları olmayan bir Tanrı kendini yok edebilir mi? (Tabii önce istemesi lazım; sonuçta istemek başarmanın yarısı) Belli ki yok edemez çünkü sonsuz kudretteki bir varlığın kendisini yok etmesi için yine sonsuz bir güce ihtiyacı vardır. Sonsuz bir gücü yok etmek için harcayacağı sonsuz güç, onun kendisini yok etmesi için yetmeyecektir. Bu tıpkı, aynı hızda, aynı momentte ve aynı kütledeki iki cismin birbiriyle çarpışmasına benzer. Bu, her anlamda birbirinin aynısı olan iki cisim tam orta noktada buluştuklarında duracaklardır çünkü birbirlerine etki eden kuvvetler aynıdır ve sonuç durağanlıktır.
O halde Tanrı kendini yok etmek için gücünü kullanmaya çalıştığında bizim "sonsuz" diye nitelendirdiğimiz ve birbirinin aynısı olan güçlerin yapabileceği tek şey "durağanlık" yaratmak olacaktır. Yani, Tanrı'ya bir şey olmaz arkadaşlar. Bu arada, acaba bazılarımızdaki intihar meyili Tanrı'nın kendini yok etme isteğinden mi gelmektedir? Bunu da bir köşeye koyalım böyle.
Tanrıyla ilgili -bence- çok değerli olan bu soruları cevaplayabildiğimiz bir gün gelecek mi bilmiyorum ancak şu an tam anlamıyla cevaplayamadığımız için bu kavramı çok fazla kurcalamaya gerek olmadığı kanaatindeyim. Bu nedenle isteyen inansın, istemeyen inanmasın. Biz kendi işimize bakalım.
S.A.
Etiketler:
ateist,
bilim ve din,
deist,
dil bilgisi,
dil ve anlatım,
evren,
felsefe,
kainat,
sonsuzluk kavramı,
tanrı,
tanrı var mıdır yok mudur,
tanrının eli,
tanrının varlığı,
tanrıya inanmak,
teist
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder