Buradaki hikâyeler, bağlaçların ve eklerin nasıl yazıldığını öğretmeyi amaçlamaktadır.
MEKTUP
Postacı kapıya geldiğinde saat 10.00’du.
Hakan kapıyı açtı, postacıdan mektubu aldı ve postacının uzattığı kâğıda "ıslak
imza"sını atarak resmi işlemi tamamladı. Ta uzaklardan; ülkenin bir ucundan
gelen mektubu açtı ve okumaya başladı:
Hala
operasyondayız, durumumuz iyi. Kendimize bakıyoruz, dışarıda dikkatli
davranıyoruz ve kimseye, kimliğimizi ortaya çıkaracak bir açık vermiyoruz;
ancak kaybettiğimiz dostlarımız var, bunu sen de biliyorsun. En son Ali Baba’yı
kaybettik; Ercan da ölü bulundu. Eve nasıl girmişler bilmiyoruz, kapı
zorlanmamış, pencereler açılmamış, şöminenin bacasında dahi iz bulamadık ama
merak etme konuyu araştırıyoruz.
Gökay
Hakan eski bir istihbarat casusuydu. "Büyük
Operasyon" sırasında bel kemiğine isabet eden bir kurşun yüzünden iş göremez
olmuştu. Onu çürüğe çıkaran bu olaydan sonra işi tamamen bırakmamış, bunun
yerine ülkenin bir ucunda bulunan dostlarıyla sürekli irtibat halinde kalarak
örgütün, bulunduğu şehirdeki yapılanmalarına karşı gizli bir savaş vermeye
başlamıştı.
Hakan’ı, Ercan’ın, öz kardeşinin ölümü
derinden etkilemişti. Evinde bir o yana bir bu yana dolaşarak kendi kendine
intikam yeminleri ediyordu. Onun örgüt tarafından değil; istihbarat tarafından
öldürüldüğünü düşünüyordu. Ali Baba’nın da öldürülmüş olması bunun kanıtı
olmalıydı.
Bu nedenle bir plan hazırlayıp istihbaratın
merkez binasına girdi. Çok yetenekli ve tecrübeli bir casus olan Hakan,
istihbarat binasındakileri sessizce öldürmeye başladı. En sonunda başkanın
odasına girdi ve başkanı da öldürüp aynı sessizlikle dışarı çıktı.
Ertesi gün gazeteler büyük bir sansasyonun
haberini yaptılar. İstihbaratı çökerten hainin kimliğini her yerde
yayımladılar. Televizyonda Hakan’ın resimlerini gören Ercan ise tüm bu olanlara
anlam verememişti. Hakan’ın akli dengesinin yerinde olmadığını biliyordu; ancak
bu kadarı fazlaydı.
Evet, Ercan ölmemişti; ölen tek kişi,
Ercan’da ölü bulunan Ali Baba’ydı. Gökay, "Ercan’ın evinde" anlamını sağlayacak
bulunma eki –de’yi ayrı yazmıştı; bu da –de’ye dahi anlamını vermişti. Sonuçta
Ercan’ın da öldüğünü zanneden Hakan, işin içinde iş olduğunu düşünüp boş yere
intikam almıştı.
TÜRKÇEDEKİ ÜÇ
FARKLI –Kİ
Türkçede üç farklı "ki" vardır.
Bunlardan birisi sıfat yapan –ki, diğeri zamir yapan –ki ve sonuncusu ise –ki
bağlacıdır. Sıfat veya zamir yapan –ki’ler bitişik yazılırlar. Çünkü onlarda
ait olma anlamı vardır; onlar sözcüklere aittirler, onlardan ayrılmazlar. Tıpkı
etle tırnak gibidirler: "Etteki tırnak veya etin üstündeki tırnak."
Lakin -ki bağlacı diğerlerinden farklıdır. O
ayrı yazılır; çünkü o kendini diğerlerinden farklı görür. O bağlaç ki kendisini
hiçbir şeye ait görmez. Hepsine mesafeli davranır. Ayrıca o bir bağlaçtır; yani
bağladığı cümlelere eşit uzaklıkta durmalıdır. Bu felsefeyle hareket eden –ki
bağlacı, bu nedenle ayrı yazılır. Ayrıca onu cümleden kaldırdığınızda size
bozulmaz, o size bozulmadığı için cümlenin anlamı da bozulmaz: "O kim ki karşısındaki ses çıkaramıyor." örneğinde olduğu gibi. Şimdi de diğer –ki’yi
çıkartalım: "O kim ki karşısındaki ses çıkaramıyor."
"Bazen anlam öyle
bir değişir ki, kelamı eden bilse söylediğinden utanır."
HEP AYRI DÜŞENLER
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde bir cadı varmış… Bu cadının evinde, sürekli kaynayan bir
kazan, hiç susmayan bir papağan, bilenmiş birkaç bıçak, samandan bir yatak ve
yazı yazdığı boş bir tahtadan başka hiçbir şey yokmuş. Fazla eşyaya gereksinim
duymayan bu cadı, insanları etkileyecek büyüler yapmaya bayılırmış.
Cadının yaşadığı yerdeki insanlar her şeyi
birlikte yaparlar ve hiç ayrılmazlarmış. Cadı bu durumdan çok rahatsızmış ve
onları birbirlerinden ayırmanın yollarını arıyormuş. Bunun için daha önce de
büyüler yapmış; ancak hiç biri insanlar üzerinde etkili olmamış. Bu nedenle
günlerce pazarda dolaşıp onlara kulak vermiş.
Cadı en sonunda, insanları en çok kendi
dilleriyle etkileyebileceğini keşfetmiş; çünkü oradaki insanlar dillerini
yazıya dökerken bile yalnızca kelimeler arasında boşluk bırakırlarmış. Bu
onların birlikteliğinin bir sembolüymüş. Bu nedenle cadı, kelimeleri
birbirlerinden daha fazla ayırabilmek için uğraşmış. Çatlak Kazan’ında
kaynattığı pis sularla kelimeleri kirletmiş ve bir kısmını lanetlemeyi
başarmış.
Cadının büyüleri işe yaramış. Mesela; –mı,
-mi, -mu, -mü'ler soru sormak için kullanıldığı zamanlarda, kendisinden önceki
kelimeden ayrı yazılmaya başlanmış. "Şey" sonuna geldiği eklerden hep ayrı
yazılmış; her şey, bir şey, tek şey gibi… O zamana kadar yapışık ikiz
muamelesi gören "ya" ve "da" ise bir daha hiç, bir araya gelememişler.
Denir ki, o günden beridir insanlar
ahbaplıklarını ve birlikteliklerini unutmuşlar ve ufak tefek oyunlara gelip
birbirlerinden kolayca ayrılmışlar. Kendinden ayrılanları yok saymışlar, kendi
taraflarına gelmeyenlere ise saydırmışlar…
DİL ÜSTADI
Bir zamanlar, belgisizlik anlamı taşıyan "birkaç" kelimesi hep ayrı
yazılırmış. İnsanlar mektuplarında, metinlerinde veya yazınlarında "birkaç"ı
daima ayrı kullanırlarmış. Bir gün bir adam, memleketinden dönmek üzere olan
karısına yazdığı bir mektupta istediği birkaç şeyi sıralamış. Dilini
kullanmasını iyi bilen ve dil kurallarına dikkat eden bu adam, istediği o
birkaç şeyi yazarken önemli bir hatanın da farkına varmış. Bunun üzerine Dil
Kurumuna bir mektup göndererek "birkaç"ın, yazımda ne kadar yanlış
kullanıldığını belirtmiş:
Değerli Dil Kurumu üyeleri,
Geçen günlerde eşime yazdığım bir mektupta,
isteklerimi sıraladığım esnada önemli bir şeyin farkına vardım ve sizi bu
konuda bilgilendirmek istedim. Bana, "birkaç"ın ayrı yazılmasının yerinde
olmadığını düşündüren mektubumda şunları söylüyordum: "Karıcığım, memleketinden
gelirken getirmeni istediğim bir kaç şey var: Elma hoşafı, cevizli börek,
tereyağı, sirke ve zeytin." O an fark ettim ki aslında "birkaç" ile belirttiğimiz şeyler birbirinden bağımsız olmayan, bir arada olan şeyler.
Örneğin; birkaç adam, birkaç elbise, birkaç hediye, birkaç istek… Mademki
"birkaç" ile belirttiklerimiz arasında bir bağ var; öyleyse neden "birkaç"ı
ayrı yazıyoruz?
İşte
o gün bugündür "birkaç", bir daha hiç ayrı yazılmamıştır.