29 Eylül 2020 Salı

Bilim Tarihinin Işığında Modern Bilim – II

Bilim tarihi ve modern bilimler, Yusuf Emre Atasayar

Bilim Tarihinin Işığında Modern Bilim – I isimli yazımızda, bilimsel faaliyetlerini skolastik düşüncenin etkisinde sürdüren Kopernik ve Kepler ile doğa felsefesinden doğa bilimlerine geçişin sembolleri olan Galileo ve Newton’u konu almıştık. Bu yazımızda ise Newton’dan Einstein’a kadar geçen süreci ele alacak, Genel Görelilik Kuramı ve Kuantum fiziğine giden yolda birbirinden değerli bilim insanlarınca atılan adımları inceleyeceğiz.

Bilim tarihini araştırmaya başladığınızda karşınıza çok önemli iki isim çıkar: Isaac Newton ve Albert Einstein. Bu iki ismin bu kadar önemli olmasının ve belki de her zaman herkesten daha fazla konuşulmasının en önemli sebebi, madde ve enerji dünyasına olan bakışımızı yaklaşık iki yüzyıl arayla kökten değiştirmiş olmalarıdır.

Einstein’a giden yolda, süreci biraz daha iyi anlayabilmek adına, Newton’un bilime katkılarını bir kez daha gözden geçirmek gerekir. Matematikten mekaniğe, kütle çekiminden optiğe kadar pek çok alanda teoriler geliştirmiş olan Isaac Newton, fiziksel dünyayı mekanik açıklamalarla ele almış ve her şeyin matematikle açıklanabileceğini göstererek 2 bin yıllık geleneksel düşünceyi yıkmıştır (Bu noktada Galileo’nun ilahi nedensellikten yola çıkmayan doğa yasaları kavrayışının etkisini de unutmamak gerekir).

Newton, çalışmalarını üç önemli alanda yoğunlaştırır: Gravitasyon (kütle çekimi), kalkülüs ve ışığın birleşimi (optik). Yazıyı daha fazla uzatmamak adına bu çalışmalar arasından yalnızca gravitasyona odaklanacağız fakat yine de, Newton’un bilimsel yöntemini anlamak adına kalkülüsün tanımına kısaca bakmamız gerekiyor.

Kalkülüs, Latince saymak veya hesaplamak için kullanılan ‘çakıl taşı’ anlamına gelir. Kelime kökeninden de anlaşılacağı üzere kalkülüs, birçoğu gündelik hayatımızda bulunan fiziksel ve kimyasal olayları matematik ile açıklama tekniğine verilen addır. İçinde fonksiyon, limit, türev ve integral gibi konuları barındıran kalkülüs, Newton’un, mevcut matematiğin fiziksel yasaları açıklamakta yetersiz kalması üzerine geliştirdiği bir metodolojidir (Kalkülüsü, Isaac Newton ile eş zamanlı ve bağımsız olarak ve çok benzer ilkelerle geliştiren bir diğer ismin Wilhelm Leibniz olduğu söylenir).

Görüldüğü gibi Newton, doğa olaylarının matematikle açıklanabileceğini düşünmüş, mevcut matematik formülleri bu ihtiyacı karşılamayınca yeni bir yöntem bilim geliştirmiştir. Bu önemlidir çünkü kökeni Aristoteles’e kadar uzanan Dünya merkezci gelenek, ‘göksel nesnelerin çembersel hareketlerini’ açıklama gerektirmeyen olgular olarak ele almaktaydı ve bu anlayış bilimin gelişmesi önünde büyük bir engeldi. Dünya’nın diğer gezegenlerle birlikte Güneş çevresinde döndüğünü ileri süren Kopernik bile çembersel devinim öğretisine karşı çıkmamış ve bu hareketi açıklama arayışına girmemiştir. Fakat ilk kez Newton, Hareket Yasaları sayesinde mekanik kuramı ortaya atmış, doğadaki hareketlerin matematiksel formüllere indirgenebileceğini ifade etmiş ve mekanik dünya görüşünü ortaya çıkarmıştır.

Işığa, Elektriğe ve Manyetizmaya Bakışımızı Değiştiren Bilim İnsanı: Michael Faraday

İngiliz kimya ve fizik bilgini Michael Faraday, hayata tam anlamıyla sıfırdan başlamış, ilkokul hayatını ekonomik nedenlerle tamamlayamamış; fakat 14 yaşında kitap ciltleme işine girip okuduğu kitaplardan etkilendikten sonra halka açık kimya konferanslarına katılarak kendi kendini yetiştirmiş olan önemli bir bilim insanıdır. Michael Faraday’in bilime yaptığı katkıları; elektrolizin temel ilkelerini belirlemesinden klor gazının sıvılaştırılmasına, Faraday kafesinden elektromanyetik indüklemeye kadar birçok konuyla örneklendirebiliriz. Ancak bizim ilgilendiğimiz asıl şey, bize elektrik ve manyetizmanın aynı şey olduğunu söylemiş olması.

Elektromanyetizmanın keşfi

Michael Faraday’in, Thomas Phillips tarafından çizilmiş portresi (1842).

Michael Faraday’in çalışmalarını yoğunlaştırdığı yıllarda, yine kendisi gibi pek çok bilim insanı elektrik ve manyetizma konularıyla ilgileniyordu. Bu kişiler arasında ilk elektrokimyasal pili icat eden Alessandro Volta, volta akımına maruz kalan bir iğnenin manyetikleştiğini keşfeden Hans Christian Ørsted (Ğörstıd ya da Örstıd olarak okunur) ve elektrik ile manyetizmanın ilişkili olduğuna dair oldukça açıklayıcı bir makale sunmuş olan Andre Marie Ampere gibi isimler vardı. Kaldı ki Michael Faraday’in yaptığı çalışmalar, yukarıda saydığımız bilim insanlarının keşif ve araştırmalarına dayanıyordu.

Fen alanında çalışan bilim insanlarının, çalışmalarını daha çok elektriğe ait konularda yoğunlaştırdıkları bu dönem, yani 1800’lerin başı, art arda yaşanan keşif ve icatlarla bilim dünyasını sarsan gelişmelere sahne olmuştu. Michael Faraday, elektrik akımının manyetik alan oluşturduğuna ve bu alanın dairesel olduğuna ilişkin keşifleri okumuş, birbiriyle ilişkili olduğu kesin olan elektrik ile manyetik alana ilişkin yeni sorular sormaya başlamıştı.

Ünlü ‘cıva deneyi’ ile manyetik alan oluşturan elektrik alanın bir mıknatısı hareket ettirip ettiremeyeceği üzerine denemeler yaptı. Kabloya elektrik verdiğinde mıknatısın hareket ettiğini gören Faraday, bu deney sayesinde elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren tarihteki ilk elektrik motorunun taslağını da yapmıştı. Daha da önemlisi bu deney elektrik ile manyetizmanın bir bütün olduğunu, o zamana kadar alakasız olduğu düşünülen bu kuvvetlerin aynı kuvvetler olduğunu göstermişti. Faraday bu buluşunu sonraki süreçte farkı bilim insanlarının da katkılarıyla geliştirecek, elektrik motoru ve dinamo gibi önemli buluşlara imza atacaktı.

Hayata resmen sıfırdan başlayarak tarihteki en önemli insanlardan biri haline gelen Michael Faraday, elektriğe ve manyetizmaya olan bakışımızı tümden değiştirmiş ve elektriğin manyetizma ile aynı kuvvet olduğunu ispat etmiştir. Bunun yanı sıra, o zaman için herkese çılgınca gelen bir fikir ortaya atarak elektriğin ve hatta her şeyin gözle görülmeyen bir ışık yaydığını, ışığın da bir elektromanyetik dalga olduğunu iddia etmiş ancak bunu kanıtlayamamıştı. Çünkü deneysel yöntemlerle kanıtlayamadığı bu iddiasını formüle edecek, teorileştirecek matematik bilgisine de sahip değildi. Bu nedenle bu müthiş fikir adeta ‘havada’ kalmış oldu. Ta ki James Clerk Maxwell adındaki bir deha, yaklaşık 50 yıl sonra bu işe el atana kadar…

“Teorik Fizik Ne İşe Yarar Ki?” Sorusunun Cevabı: James Clerk Maxwell

James Clerk Maxwell, Einstein ve Newton gibi bilim devlerinin arasında anılması gereken, bilimsel çalışmaları ve keşifleri ile bilim dünyasına çok büyük katkılar sağlamış olan çok değerli bir teorik fizikçidir. Öylesine önemlidir ki; Albert Einstein'a, Newton'un omuzlarında durup durmadığı sorulduğunda, “Newton’un değil, Maxwell'in omuzlarında…” diye cevap vermiştir.

Maxwell Denklemleri

James Clerk Maxwell (1831 - 1879)

James Clerk Maxwell, Faraday’ın aksine varlıklı bir ailede doğmuştu. Son derece meraklı ve kendisine özgü bir çocukluk dönemi geçiren Maxwell, ilk makalesini de 14 yaşında yazmıştı. Çocukluk çağlarından beri renklere çok fazla ilgi duyan Maxwell’in ilk keşfi de renk üçgeni olarak bildiğimiz (RGB) ve tüm renklerin kırmızı, yeşil ve maviden türetebileceğimizi söylediği ünlü renk modeliydi. Maxwell, renk spektrumunun herhangi bir rengini oluşturmak için gereken her bir birincil rengin (kırmızı, yeşil ve mavi) miktarları için matematiksel ifadeler tanımladı. Bugün televizyon, telefon ve monitör gibi ekranları işte bu spektruma borçluyuz.

Maxwell bir teorik fizikçi demiştik; kendisi bu sayede, 1859'da yılında, Satürn halkalarının çok sayıda bağımsız yörüngeli parçacıktan ve bir dizi düzenli dar halkalardan oluştuğunu önerdi ve bunu matematiksel bir denkleme oturttu. Kendisine Adam Prize ödülünü kazandıran ve 4 yılını alan bu çalışma, 1977'de gönderilen Voyager uzay aracının Satürn'ün yanından geçerken çektiği fotoğraflar sayesinde kanıtlanabilecekti.

Hepsinden Önemlisi: Maxwell Denklemleri

James Clerk Maxwell’in yukarıda saydığımız çalışmaları dışında pek çok çalışması daha bulunuyor fakat aralarından en önemlisi, Maxwell Denklemleri olarak bilinen ve Faraday’ın öne sürdüğü elektrik ve manyetizma arasındaki bağlantıyı matematiksel olarak kanıtladığı denklemler oldu.

Bilim tarihinde 19. yüzyılın ilk yarısı özellikle elektrik, manyetizma ve ışık konularındaki çalışmaların ön plana çıktığı bir dönemdir. Işığın dalgalar biçiminde ilerlediği görüşü yaygınlık kazanmış; ayrıca, kristal aracılığıyla istenen yönde kutuplaştırabileceği deneysel olarak gösterilmişti. Ne var ki, elektrik, manyetizma ve ışık arasındaki bağıntı henüz yeterince bilinmediğinden bu olaylar bağımsız araştırma konuları olarak ele alınmaktaydı. Tüm bunları değiştiren ise Faraday’ın elektrik ve manyetizma arasında kurduğu deneysel bağlantı ve Maxwell’in elektrik, manyetizma ve ışığın aynı şeyler olduğunu gösterdiği denklemleri olacaktı.

Maxwell elektrik ve manyetizma

Maxwell’in 1873’de yayımlanan Elektrik ve Manyetizma Üzerine İnceleme adlı kitabı.

Newton’ın evrensel kütle çekimi kuramı, evreni mekanik bir modele indirgeyerek açıklıyor ve değişik büyüklükteki kütlesel nesnelerin, elektrik yükleri gibi birbirini etkilediğini varsayıyordu. Faraday bir adım ileri gitti ve elektrik yüklerinin yalnız birbirini değil; çevrelerini de etkilediği görüşüne ulaştı. Deneysel olarak kanıtladığı bu teorisi ile elektrik ve manyetizmayı birleştirerek elektromanyetik güç alanı dediği yeni bir kavram oluşturdu.

Faraday’ın deneysel buluşlarından büyülenmiş olan Maxwell, söz konusu etkinin yalnız iletkende değil uzayda da oluştuğunu; üstelik değişen elektrik alanın da manyetizma ürettiğini buldu. Bu fikri matematiksel olarak geliştirirken ortaya çıkan denklemler, manyetizma ve elektriğin birbirine bağlı olduğunu gösteriyordu.

Maxwell’in temelde yaptığı şey, elektrik alanda meydana gelen değişimin manyetik alanı ve manyetik alanda meydana gelen değişimin elektrik alanı etkilediğini çok basit formüllerle ifade etmekti. Önemli işlere imza atmış her bilim insanı gibi, açıklamaları birleştirmiş ve basitleştirmişti. Yine bu denklemlerden yola çıkarak yaptığı hesaplamalarda, elektrik sabitini manyetizma sabitine böldüğünde ortaya ışık hızının karesinin çıktığını keşfetti (Işık hızı daha önce ölçülmüştü ve yaklaşık olarak saniyede 300 bin km olarak bulunmuştu). İşte bu sayede, Faraday’ın daha önce ortaya attığı ancak deneysel veya teorik olarak kanıtlayamadığı şeyi; ışığın da elektromanyetik bir dalga olduğu gerçeğini bulmuştu.

Maxwell’in elektromanyetizma teorisi ve buna bağlı teknoloji, bildiğimiz üzere büyük bir gelişme gösterdi ve bu gelişmelerin sonuçları dünyayı ekonomik ve sosyal bakımdan daha önceki asırlardakilerle kıyaslanamayacak ölçüde değiştirdi. Hatta modern çağ, gerçek anlamda elektromanyetizma teorisi ve teknolojisi çağıdır dersek yanılmış olmayız. Bunun yanı sıra Maxwell’in alan denklemleri, daha sonra Einstein’ın geliştirdiği özel görelilik kuramına temel oluşturmuş ve kuantum kuramının geliştirilmesinin yolunu açmıştır.

Son olarak Maxwell’in, ışığın yanı sıra başka elektromanyetik radyasyon formlarının varlığının da araştırılması gerektiğine ilişkin savını belirtmekte fayda var. Maxwell’in kuramı, elektromanyetik dalgaların laboratuvar ortamında elde edilebileceğini öngörüyordu ve ölümünden sekiz yıl kadar sonra, 1887’de Heinrich Hertz düşük frekanslı radyo dalgalarını buldu. Ardından 1895 yılında Wilhelm Röntgen, X-ışınlarını keşfetti.

1879’da, henüz 48 yaşındayken hayata gözlerini yuman Maxwell, bu kısacık ömrü boyunca bilim dünyasında çok önemli, kapsamlı ve yeni gelişmelere yol açmış olan birçok buluş ortaya koydu. Bu nedenle belki ancak Newton ve Einstein ile eş düzeyde tutulabilecek olağanüstü bir sima olarak addedilmektedir.

Düzen kaostan doğar.

İlerlemenin Yolu: Kaos, Determinizm ve Rastlantısallık

Klasik fizikten öğrendiğimiz kadarıyla, Newton yasaları sayesinde bir cismin herhangi bir andaki konumunu, hızını ve enerjisini biliyorsak, o cismin gelecekteki herhangi bir andaki konumunu, hızını ve enerjisini öngörebiliriz (Newton, evreni kaideleri kesin sınırlarla çizili olan büyük bir makine gibi resmetmişti). Bunu sağlayan şey ise fizik yasalarının deterministik olmasıdır. Determinizm, yani belirlenimcilik, meydana gelen bir olayın, ondan önceki bir olayın sonucu olduğunu söyler. Bu sayede, sistemin zaman içindeki evrimini bulabiliriz.

Bu düşünceyi 17. yüzyılda yaşamış olan matematikçi Pierre Simon Laplace şöyle savunmuştur: “Eğer evrendeki tüm koşulları ve etkileri tam anlamıyla bilebilirsek, evrenin gelecekteki halini de bilebiliriz.” Bu aynı zamanda, evrendeki tüm koşulları anlayabildiğimiz takdirde geçmişi de tam olarak bilebileceğimiz anlamına gelir.

Kaotik sistemlerde de geçerli olan ilke, fizik yasalarının ve olayların deterministik olmasıdır fakat kaotik sistemlerde, gelecekteki herhangi bir davranışı kesin olarak öngöremiyoruz. Bunun nedeni evrenin rastlantısallık da içermesidir. Örnek vermek gerekirse; kapalı bir kabın içindeki gaz moleküllerini ya da atomlarını incelediğimizde bunların sürekli olarak birbirleriyle çarpıştıklarını ve oradan oraya savrulduklarını görürüz. Bu düzensiz yapı nedeniyle, gaz atomlarının birbirleriyle yaptıkları çarpışmaları hesaplamak neredeyse imkânsızdır. Kesin hesaplar yapılamadığı için de gaz atomlarının herhangi bir andaki konumlarını kesin şekilde belirleyemeyiz. Buna karşın istatistiksel fizik sayesinde modellemeler gerçekleştirebiliriz. İşte bu modellemelere termodinamik yasaları ve -düzensizliğin bir ölçüsü olan- entropi denmektedir.

Determinizmin Çöküşü: İstatistik Mekanik

Fiziğin bir alt dalı olan istatistik mekanik, çok sayıda parçacıktan (atom, molekül, elektron, çekirdek vb.) oluşan sistemlerin makroskobik fiziksel özelliklerini, sistemi oluşturan parçacıkların dinamiğinden yola çıkarak inceler. Sadece basit olasılık varsayımlarından yola çıkarak elde edilen sonuçlar termodinamik biliminin temelini oluşturduğu gibi, maddenin gözlemlenen kuantum davranışlarını da açıklar. Maxwell, Boltzmann, Einstein, Gibbs, Fermi ve Dirac gibi büyük bilim insanlarının katkılarıyla gelişen bu bilim dalı fizikte ve evrende oldukça önemli bir yere sahiptir.

Biraz Geriye Gidelim: Termodinamiğin Kurucusu Nicolas Carnot

Termodinamiğin tarihinden söz ederken, dünyayı değiştiren fakat adı sanı pek bilinmeyen bir isimden, Nicolas Léonard Sadi Carnot’dan (Karno olarak okunur) bahsetmemiz gerekiyor. Aslen bir asker olan Fransız Nicolas Carnot, buhar gücünün çok önemli olduğunu biliyor ve bu gücün araştırılması gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle buhar gücü ve makinelerin çalışma prensiplerine ilişkin bir dizi araştırma yaptı ve bu araştırmaların sonuçlarını 1824 yılında yayınladığı Ateşin Hareket Ettirici Gücü Üstüne Düşünceler adlı 60 sayfalık bir kitapta topladı.

Termodinamik yasaları

Nicolas Léonard Sadi Carnot (1796 - 1832)

Kitapta ısı motorlarının nasıl çalıştığını açıklayan Carnot, kısaca tüm ısı motorlarının soğuk bir ortamda bulunan sıcak bir kaynaktan ibaret olduğunu ve ısının sıcaktan soğuğa doğru akan bir sıvı gibi davrandığını söylüyordu. Ona göre bir ısı motorunu daha verimli hale getirmek istiyorsak ısı kaynağı ile soğuk ortam arasındaki ısı farkını artırmamız gerekiyordu. Bu müthiş keşif, bugünkü araba motorlarının veya jet motorlarının geliştirilmesini sağladı (Bu motorların yüksek ısılarda çalıştıkları için -yani soğuk ortamla aralarındaki ısı farkının yüksek olması nedeniyle- verimli oldukları unutulmamalıdır).

Tüm bunların ötesinde Carnot, doğanın çalışma prensibini de keşfetmişti: Evrende her şey sıcak ile soğuk arasındaki enerji alışverişi sayesinde hareket ediyordu. Bu keşfi sayesinde Carnot, termodinamik adı verilen yeni bir bilim dalını ortaya çıkartmış oldu.

Enerji dönüşümü ve ısının hareketini inceleyen termodinamiğin keşfedilmesi sayesinde, çok farklı gördüğümüz enerjilerin aslında birbirleriyle ne kadar bağlantılı olduğunu anlamaya ve bir enerji türünü bir başka enerji türüne nasıl çevirebileceğimizi öğrenmeye başladık. Bu sayede mekanik işler ile ısının aynı şeyler olduğunu, yani enerjinin farklı türleri olduğunu keşfederek termodinamiğin birinci yasasını* bulmuş olduk.

*1. Yasa (Enerjinin Korunumu Yasası): Enerji yoktan var, vardan yok edilemez. Sadece biçim değiştirir.

Termodinamiğin İkinci Yasasını Keşfeden Bilim İnsanı: Rudolf Clausius

Alman fizikçi Rudolf Julius Emanuel Clausius (1822 – 1888), 1850 yılında yayımladığı Mekanik Isı Teorisi Üzerine adlı makalesi ile termodinamiğin ikinci yasasındaki temel fikirlere açıklamalar getiriyordu. Clausius daha sonra termodinamiğin birinci ve ikinci yasalarını özetleyecek ve bizleri entropi kavramıyla tanıştıracaktı.

Birinci yasa bize evrendeki enerji miktarının sabit olduğunu söylüyordu; ancak Clausius’a göre evrende sadece sabit bir miktarda enerji yoktu, bu enerjinin izlediği çok kesin kurallar da vardı (Örneğin ısı enerjisi her zaman tek yönde -sıcaktan soğuğa- ilerlerdi). Clasius açıklamayla sınırlı kalmamış ve enerjinin nasıl aktarıldığını çok önemli bir formülle göstermişti. Bu formülde yeni bir miktardan ya da ölçüden, yani entropiden bahsetmişti. İşte bu, ikinci yasaydı.*

*2. Yasa (Entropi): Isı aktarımı sırasında entropi de artar. Entropi ise sıcak nesneler soğurken ısının nasıl dağıldığını gösteren bir ölçümdür. Entropi tüm sistemlerde sürekli artış gösterir ve bu işlem geri döndürülemez.

Entropi bize zamanın hep ileri doğru akması gerektiğini çünkü tüm sistemlerin bozulma yönünde eğilim gösterdiğini söylüyordu. Yani diğer yasaların aksine termodinamik yasaları, zamanın geriye doğru akması halinde çalışmıyordu. Zamanın okunu sanki bir miktar anlamaya başlamıştık fakat enerjinin ne olduğunu ve neden bozulma yönünde eğilim gösterdiğini bilmeden bunu tam olarak kavrayamayacaktık.

Enerjiyi Atomların Hareketi ile Açıklayan Dahi: Ludwig Boltzmann

Henüz atomların varlığının tartışmalı olduğu bir dönemde, Ludwig Boltzmann isimli bir deha çok ileri gitmiş ve bu parçacıkları hem kabul edip hem de enerjiyi bu parçacıkların arasındaki etkileşim olarak açıklamıştı. Boltzmann’a göre evrendeki her şey temelde atomlardan oluşuyor ve sıcak nesneler, çevresindeki daha soğuk nesnelere atomlar vasıtasıyla ısı yayıyordu. Örneğin masanın üzerine bırakılan sıcak bir nesnenin dış kısmında bulunan atomların enerjisi masanın atomlarına aktarılıyor ve böylece her iki nesne de birbirlerine denk hale gelene dek enerji aktarımı devam ediyordu. Enerji bu sayede, her zaman düzenli durumdan düzensiz duruma (yayılmış, dağılmış, entropik) hareket ediyordu.

Termodinamik yasaları

Ludwig Boltzmann (1844-1906)

Boltzmann ayrıca, her sistemde mevcut olan bu düzensizliğin nasıl hesaplanabileceğini gösteren bir denklem ortaya koymuş ve bu denklem ile düzensizliğin ve karmaşanın evrenin bir kanunu olduğunu açıkça göstermişti. Boltzmann’ın açıklamaları ve denklemleri sayesinde enerjinin, atomların bir hareketi olduğunu, enerji aktarımının ise atomlar arası etkileşimden kaynaklanan bir süreç olduğunu anlamıştık.

1872 ve 1876 yıllarında yayımladığı iki makale ile sistemdeki düzensizliğin ölçüsü olan “entropi”nin mikroskobik özellikleriyle hesaplanabileceğini gösteren Boltzmann, geliştirdiği istatistiksel metot sayesinde evrendeki her etkinin ancak yaklaşık olarak hesaplanabileceğini, bu kadar çok parçacığın olduğu nesneler dünyasında yapılan ölçümlerin kesin ve hatasız olamayacağını ifade etmişti.

O zamanlar, Laplace’çı görüş olarak da bilinen, her şeyin mekanik bir saat gibi olduğu ve her etkinin kusursuz bir şekilde hesaplanıp bilinebileceği görüşü (klasik determinizm) hakimdi. Bu yüzden Boltzmann’ın olasılıkçı ve istatistiksel yaklaşımı büyük bir tepkiyle karşılandı; fakat ölümünden sonra Maxwell, Plank ve Einstein gibi isimler Boltzmann’ın istatistiksel yaklaşımını başarılı bir şekilde kullandılar.

Boltzmann'ın mezarı, Viyana

Boltzmann'ın Viyana'daki mezarı, büstü ve ünlü entropi formülü. Bu formül bize yaşlılığı, ölümü, yok oluşu açıkladı.

Üçüncü ve Sıfırıncı Yasalar

Termodinamiğin bu iki önemli yasasından sonra üçüncü ve sıfırıncı yasalarını da kısaca inceleyelim.

Termodinamiğin üçüncü yasası sistem sıcaklığı ve hareket arasındaki ilişkiyi açıklar. Biliyoruz ki sıcaklık dediğimiz nicelik, madde moleküllerinin ve atomların hareketinin bir ortalama ölçüsüdür. Yani bir madde ne kadar sıcaksa atomik boyutta o kadar hareketlidir (Enerjisi yükselen atomlar titreşirler). Peki, maddenin sıcaklığını mutlak sıfıra (0 Kelvin = -273.15 °Celcius) yaklaştırırsak ne olur?

Bu durumda cismin entropisi de 0’a yaklaşır ancak tam olarak 0 olmaz; bu mümkün değildir. Şöyle ki: Entropinin sıfıra yaklaşması, maddelerin içindeki atom ve moleküllerin hareketlerinin de sıfıra yaklaşması anlamına gelmektedir. Bu durumda hareket olmaz; yani entropi sıfır olur ve madde, bildiğimiz formunu kaybeder. Madde olmazsa canlılık da olmaz.

Son olarak termodinamiğin sıfırıncı yasası (Bu yasa diğer üç yasadan sonra keşfedildiği fakat en temel yasa olduğu için sıfırıncı yasa ismi verilmiştir) termal denge ve sıcaklık ilişkisi ile ilgilidir. Az önce de dediğimiz gibi sıcaklık, madde moleküllerinin sahip olduğu kinetik enerjilerinin ortalama bir göstergesidir. Birbirleriyle temas halinde olan iki cisim termal denge durumuna gelene dek ısı alışverişi yaparlar. Termal denge durumunda ise sıcaklıkları eşittir. Bu yasanın en önemli sonucu şudur: Evrenimiz gibi kapalı sistemler (dışarısıyla enerji alışverişi yapmayan) denge durumunda olduğunda, yani kendi içinde ısı alışverişi bittiğinde, makroskopik özellikleri zaman değişse de değişmez. Bu, evrenimizin yeterince soğuduğunda mevcut durumunu sonsuza dek koruyacağı anlamına gelmektedir.

Termodinamik yasaları bize, özetle, neden sıcak şeylerin soğuduğunu, gazın havada yayıldığını, yumurtanın çatladığını ama asla çatlak yumurtanın çatlak olmayan yumurtaya dönmediğini, yani kısaca, enerjinin zamanla dağılmak veya yayılmak eğiliminde olduğunu anlatır. Entropi ise bu eğilimin ölçüsüdür (Açacak olursak bir sistemdeki enerjinin parçacıklara nasıl dağılmış olduğunun ve bu parçacıkların sistemde ne kadar yayılmış olduklarının ölçüsü). Enerjinin yayılma olasılığı, belirli bir noktada yoğunlaşmasından çok daha fazladır. Bu durumda, sistemdeki parçacıklar hareket edip etkileştikçe enerjinin daha çok yayılacağı şekilde yapılanırlar. Sonunda sistem, termodinamik denge denilen, sistemin maksimum entropi durumunda olduğu ve enerjinin her yerde eşit olarak dağıldığı bir duruma ulaşır (Az önce de bahsettiğimiz soğuk, ölü evren durumu).

Yazı dizimizin bu bölümünde, bize birbirinden farklı oldukları düşünülen elektrik, manyetizma ve ışığın aynı şeyler olduklarını gösteren Faraday ve Maxwell’i, Klasik Fiziğin deterministik anlayışına karşı çıkan ve istatistik mekanik biliminin kurucusu olan Boltzmann’ı ve termodinamiğin ilk iki yasasını oluşturan Carnot ve Clausius’u inceledik. Bu sayede, belirsizlik, istatistik ve atom altı dünyaya ilişkin düşüncelerin hangi yollardan geçtiğini biraz daha anlamış olduk. Burada geçen isimler sayesinde, ilerleyen yıllarda Genel Görelilik ve Kuantum Mekaniği gibi, tarihin gördüğü en önemli teorilerden ikisine giden yol açılmış olacak. Belirlenimci (deterministik) fiziğin yerini istatistiksel denklemler ve kuantum dünyasının sebep olduğu ve Einstein’ın da oldukça karşı çıkacağı belirsizlikler almaya başlayacak.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

Bu yazı, MMO İstanbul Şubesi tarafından her ay düzenli yayınlanan Makina Bülten dergisinin Ekim 2020 sayısı için hazırlanmıştır. Dergiye gitmek isterseniz lütfen buraya tıklayın.

Kaynakça

Bilimin Öncüleri: Isaac Newton (1642-1727), bilimvegelecek.com.tr, Erişim: 16 Eylül 2020 https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/01/bilimin-onculeri-isaac-newton-1642-1727/
Kalkülüs Nedir, Kimdir veya Ne Yapmıştır? www.kozmosungenetigi.org, Erişim: 16 Eylül 2020 https://www.kozmosungenetigi.org/kalkulusun-kisa-tarihi/
Elektriğin Babası: Michael Faraday – Diplomasız Deha (video), youtube.com, Bebar Bilim, Erişim 16 Eylül 2020 https://www.youtube.com/watch?v=w9l5TfMZshA
Dünyayı Değiştiren Adam: James Clerk Maxwell ve Elektromanyetizma (video), Bebar Bilim, youtube.com, Erişim 17 Eylül 2020 https://www.youtube.com/watch?v=Ht-W5eucVjA&t=914s
Daha Çok Bilinmesi ve Anılması Gereken Bir Deha: James Clerk Maxwell, www.evrimagaci.org, Erişim: 17 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/daha-cok-bilinmesi-ve-anilmasi-gereken-bir-deha-james-clerk-maxwell-8004
Bilimin Öncüleri: James Clerk Maxwell (1831 -1879), bilimvegelecek.com.tr, Erişim: 17 Eylül 2020 https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/10/20/bilimin-onculeri-james-clerk-maxwell-1831-1879/
Maxwell’in Bilim Tarihindeki Yeri, www.sarkac.org, Erişim: 17 Eylül 2020 https://sarkac.org/2019/04/maxwellin-bilim-tarihindeki-yeri/
Tarihteki Ünlü Bilim İnsanları; Keşifleri, Buluşları ve İcatları, serkanuygur.com.tr, Erişim 18 Eylül 2020 https://serkanuygur.com.tr/2018/03/24/tarihteki-unlu-bilim-insanlari-kesifleri-buluslari-ve-icatlari/
Dünyayı Değiştiren 17 Denklem, www.matematiksel.org, Erişim 18 Eylül 2020 https://www.matematiksel.org/dunyayi-degistiren-17-denklem/
Kaos Teorisi Nedir? Doğadaki Kaostan Söz Ederken Neyi Kastediyoruz? evrimagaci.org, Erişim 18 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/kaos-teorisi-nedir-dogadaki-kaostan-soz-ederken-neyi-kastediyoruz-8198
Mikro Evrenden Makro Evrene: İstatistiksel Fizik ve İstatistik Mekanik Nedir? evrimagaci.org, Erişim 18 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/mikro-evrenden-makro-evrene-istatistiksel-fizik-ve-istatistik-mekanik-nedir-8362
Evrendeki En Temel Yasalar: Termodinamik Yasaları Nedir? Neler Söyler? evrimagaci.org, Erişim 18 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/evrendeki-en-temel-yasalar-termodinamik-yasalari-nedir-neler-soyler-8505
ENTROPİ: Evrenin Çalışma Şekli ve Termodinamik (video), Bebar Bilim, youtube.com, Erişim 18 Eylül 2020 h https://www.youtube.com/watch?v=WxXdEh2muc0

7 Eylül 2020 Pazartesi

Bilim Tarihinin Işığında Modern Bilim - I

Bilim tarihi ve modern bilimler, Yusuf Emre Atasayar

Modern bilim, Antik Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından Antik Yunan’a, İslam dünyasından Orta Çağ Avrupası’na kadar, farklı zaman dilimlerinde ve aktarımlar sayesinde ilerledi. Bilimsel (ve felsefi) bilginin, bu ara durakları bol yolculuğu, çeşitli nedenlerden dolayı gelişimi duran bilimsel faaliyetlerin farklı medeniyetler eliyle devam etmesini sağladı.

Tarih boyunca pek çok medeniyet bilimsel bilginin üretilmesi ve kullanılmasında önemli katkılar sundular. Antik Mısır ve Antik Yunan medeniyetlerini bilim tarihi açısından incelediğimizde, buralarda tıp ve anatominin, astronomi, matematik ve geometrinin en çok gelişen bilim dalları olduğunu görürüz. Mezopotamya’da, Antik Mısır ve Antik Yunan medeniyetlerindeki çeşitli bilimsel keşif ve gelişmeler buradaki medeniyetlerin yıkılmasıyla birlikte sona erdi.

Bu yıkıcı dönemin ardından Müslüman coğrafyasında başlayan tercüme hareketleri, bilimin bu topraklara yerleşmesini ve gelişmesini sağladı. Özellikle Eski Yunanistan’da ortaya konan eserlerin tercüme edilmesi sayesinde İslam dünyası, 8. ve 12. asırlar arasında bilimin meşalesini taşıma görevini üstlenmiş oldu. Yine bu dönemlerde, matematik, geometri, astronomi ve tıp alanında önemli buluşlara imza atıldı.

Antik Çağ, İlk Çağ ve erken Orta Çağ olarak kabul edebileceğimiz bu ilk üç dönemin ardından, bilimsel gelişmelerin Müslüman dünyasında da son bulması ile birlikte skolastik düşünce (inancın düşünsel olarak temellendirilip sistematize edilmesi felsefesi) uzunca bir süre egemen düşünce halini aldı. Bilimsel araştırma ve bilimsel temelli düşünce gerileyerek inanca ve teolojiye dayalı felsefi fikirler gelişti. Ta ki Avrupa’da yaşanan Rönesans ve Reform hareketlerine kadar…

Augustinus’un “Anlamak için inanıyorum” sözünün tam karşılığı olarak görülen Orta Çağ düşüncesi, bilimsel aydınlanmanın yaşanması ile sarsılmaya başladı ve doğayı kavramamızı sağlayan gözlemlerin yapılabilmesine ve bilginin yayılmasına olanak tanıdı. Bu çalışmada, modern bilimleri bilim tarihinin ışığında inceleyecek ve Orta Çağ’ın zorluklarının aşılmasında bilim insanlarının ortaya koyduğu fedakârlıkları göreceğiz. Ayrıca bilim insanları tarafından yapılan çalışmaları kronolojik olarak ortaya koyacak ve bu sayede bilimin kendisini de çok daha iyi kavrayabileceğiz.

Skolastik Düşüncenin Etkisinde Bilim Yapmak: Kopernik ve Kepler

Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilmiş olan scholasticus teriminden gelen skolastik düşünce, okul felsefesi anlamına gelmektedir. Orta Çağ düşüncesi üzerinde etkili olan skolastik düşünce, doğrunun zaten mevcut olduğunu savunur ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanır. Peki, bu ne anlama geliyor?

Skolastik düşünürlere göre bilgi, deney ve gözlem yoluyla değil; büyük otorite kabul edilen kimselerin eserlerine müracaat edilerek elde edilebilir. Bu otoritelerden birisi olan Aristo, aynı zamanda skolastik düşüncenin de temelini oluşturur. Doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesi Aristo gibi büyük düşünürlerden gelmektedir.

Skolastik düşünceye göre felsefenin konusu dindir ve bu nedenle felsefe teolojiyi desteklemeye çalışır. Doğa ise din ve akıl ile açıklanabilir bir olgudur. Bu sebeple skolastik düşüncede gözlem ve deneye önem verilmez. Yalnızca gözlemin sonuç vereceği (yeterli olacağı) yerlerde dahi usavurmaya (aklı temel almaya) başvurulmaktadır.

Hareket Etmeyen ve Evrenin Merkezinde Bulunan Gezegen: Dünya

Aristoteles’ten Batlamyus’a oradan Vatikan’a uzanan bu anlayış, beraberinde “ilahi ve değişmez bir düzen” anlayışını getirmektedir. Bu anlayışı yansıtan en önemli unsurlardan birisi ise statik Dünya inancıdır.

Skolastik düşünceye göre Dünya, evrenin merkezindedir ve hareket etmemektedir. Güneş, yıldızlar ve diğer gezegenler Dünya’nın çevresinde ‘ahenkle’ dolanmaktadır. Dönemin astronomisinin odağında gök cisimlerinin (Dünya’nın yakın çevresindekiler dâhil) hareket örüntülerinin matematiksel olarak modellenmesi uğraşı vardır ancak bu uğraşın teolojik koşulunun sağlanması gerekliliği de tartışılmaktadır. İşte bu teolojik koşul hareket etmeyen, her şeyin merkezinde yer alan statik Dünya inancıdır.

Eski Yunanistan’da Dünya’nın, Güneş’in etrafında döndüğü modeller de tartışılmıştır ancak bu düşünce Orta Çağ’da kabul görmemiştir. Fakat zamanla daha fazla astronomik gözlem verisinin ve matematik bilgisinin birikmiş olmasının etkisi ve doğaya bakışın değişmesi gibi koşullar neticesinde statik Dünya modeli terk edilmeye başlanmıştır.

Modern Astronominin Başlangıcı: Kopernik

Nicolaus Copernicus

Nicolaus Copernicus 
(19 Şubat 1473 - 24 Mayıs 1543)

Prusya İmparatorluğu’nda yaşayan ve amatör bir bilim insanı olan Kopernik (Nicolaus Copernicus) gezegenlerin, Güneş’in merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini kabul eden Güneş Merkezlilik yasasını savunmuştur. Modern astronominin başlangıç noktası olarak kabul edilen bu kavrayış bilim tarihi için bir dönüm noktasıdır.

Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine adlı kitabında Kopernik, Dünya’nın günde bir kez kendi ekseninde döndüğünü, Dünya’nın değil Güneş’in merkezde olduğunu, Dünya’nın da tıpkı öteki gezegenler gibi onun çevresinde döndüğünü, yalnızca Ay’ın Dünya’nın çevresinde döndüğünü ve gezegenlerin dizilişinin değişmediğini (Batlamyus’un* modelinde Merkür, Venüs ve Güneş’in sıraları belirsizdi) ileri sürer ve dönme periyotlarını verir. Bu yenilikçi düşüncelerin yanı sıra, kitapta Aristotelesçi bir yaklaşımla gezegenlerin ve yıldızların hâlâ göksel kürelerin içine gömülü olduğu ve dolayısıyla hareketlerinin de dairesel olduğunu belirtir. Ne var ki yörüngelerin dairesel oluşu gezegenlerin gözlemlenen hareketini tam olarak açıklamaz. Bunun için Ptolemy’nin (Batlamyus) kullandığı bazı başka araçları Kopernik de kullanmak zorunda kalır. Kopernik’in bu eseri bazı araştırmacılara göre Orta Çağ biliminin sonu, modern bilimin başlangıcıdır.Kopernik, Güneş Merkezli teorisinin ilk taslağını, kısaca Commentariolus (Küçük Açıklama) olarak bilinen çalışmasında yazdı. Commentariolus, matematiksel aygıtlar (denklemler) olmadan yapılan Dünya’nın Güneş merkezli mekanizmasının kısa bir teorik açıklamasıydı. Yapıtı ve düşünceleri olumlu karşılanınca De Revolutionibus Orbium Coelestium (Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine) adlı başyapıtını hazırlamaya başladı.

Kopernik - De Revolutionibus Orbium Coelestium

Kopernik’in 1543 tarihli "De Revolutionibus Orbium Coelestium"
(Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine) adlı başyapıtı.
Bu çalışma Kopernik’in öldüğü yıl yayımlandı.

Güneş’in evrenin merkezinde olduğunu savunan ve yıldızların hareketsiz olduğunu düşünen Kopernik’in teorisinde elbette birçok eksik bulunmaktaydı. Ancak bu teoriyi devrimci kılan özellik, adeta dogma haline dönüştürülen astronomiyi tartışmaya açmış olması ve kendisinden sonra gelecek olan Kepler, Galileo ve Newton tarafından çözülecek olan sorular ortaya atmasıdır.

Batlamyus (85-165), Dünya merkezli evren modeli

Batlamyus (85-165), Dünya merkezli evren modelini ortaya atan İskenderiyeli Yunan astronomdur.*

Gezegenlerin Yörüngelerinin Eliptik Olduğunu Söyleyen Bilim İnsanı: Kepler

Kopernik, gezegenlerin Güneş’in etrafında döndükleri varsayımından hareket eden bir model önermiş, fakat gezegenlerin çembersel yörüngeler üzerinde hareket etmesi gerektiği fikrine sadık kalmıştır (Kopernik, dairenin evrendeki en mükemmel şekil olduğu görüşünü muhafaza ediyordu). Galileo ile aynı dönemde yaşamış olan Alman gökbilimci Kepler, 17. yüzyılın bilimsel devrimine Kepler'in Gezegensel Hareket Yasaları ile katkıda bulunmuştur. Bu hareket yasaları, Güneş Sistemi’nde bulunan gezegenlerin hareketlerini açıklayan üç matematiksel yasadır ve ileride Newton tarafından yapılacak olan açıklamaların gözlemsel temelini oluşturmuştur. Bu yasalar aşağıdaki gibidir:

1. Yasa
Her gezegen, odak noktalarının birinde Güneş’in bulunduğu bir elips yörünge üzerinde hareket eder (Bu yasa ile doğal hareketin dairesel olmadığını belirterek, 2000 yıllık bilgiyi çöpe atmıştır).

2. Yasa
Gezegeni Güneş’e bağlayan yarıçap vektörü, eşit zamanlarda eşit alanlar tarar (Gezegen’in elips etrafında dönerken hızı sabit değildir; yavaşlayıp hızlanma söz konusudur).

3. Yasa
Bir gezegenin yörüngesel periyodunun karesi (dolanma zamanının karesi), dolandığı elipsin ana eksen uzunluğunun küpü ile doğru orantılıdır.

Johannes Kepler

Johannes Kepler
(27 Aralık 1571 – 15 Kasım 1630)

Kepler yasaları, Aristocu ve Batlamyusçu astronomi ve fiziğe meydan okumuştur. Batlamyus modelinden tamamen farklı olarak, gezegenlerin değişken hızlarının, tüm gezegenlerin Güneş çevresindeki eliptik yörüngelerde dolandığını iddia ederek doğrulukla açıklanabileceğini söylemiş, astronomi ve fiziği kökten değiştirmiştir.

Günümüzde Kepler yasaları yapay uyduların ve Güneş yörüngesinde dolanan kimi cisimlerin (uzak gezegenler ve küçük asteroitler gibi) yaklaşık yörüngelerini hesaplamakta kullanılmaktadır. Bu yasalar, atmosfer sürtünmesi, görelilik ve diğer cisimlerin etkisi göz önünde bulundurulmadığında, göreli olarak küçük cisimlerin daha büyük ve daha kütleli cisimler etrafında yaptığı hareketleri açıklamada oldukça kullanışlıdır.

Kopernik’in ortaya koyduğu devrimsel düşünceler ve Kepler’in salt astronomik hesaplamaları, nicelik ve dinamik üzerine ileride Newton tarafından yapılacak olan açıklamaların gözlemsel temelini oluşturmuşsa da insanların kafalarında tamamen yeni bir evren tablosu oluşturamamıştı. Çünkü Kopernik ve Kepler, ilahi nedensellikten yola çıkmayan doğa yasaları kavrayışından yoksun durumdaydılar. Fakat yine de eski bilimin içine yeni bilimin tohumlarını ekmişlerdi.

Doğa Felsefesinden Doğa Bilimine: Galileo ve Newton

İtalyan astronom ve fizikçi Galileo Galilei, gözlemsel astronominin kurucusu olarak kabul edilir. Gözlemsel astronomiye katkılarının arasında Venüs'ün evrelerinin teleskobik kanıtı, Jüpiter'in en büyük dört uydusunun keşfi ve Güneş lekelerinin gözlemi analizi bulunmaktadır. Galileo ayrıca teleskop teknolojisini geliştirmiştir.

Galileo'nun kilise ile münakaşasından önce Katolik dünyasında çoğu eğitimli insan ya Aristoteles'in Dünya merkezli görüşünü veya Tycho'nun Güneş ve Dünya merkezli teorilerin karışımı olan görüşlerini kabul etmekteydi. Güneş merkezli teorilerin ana sorunu, doğru olması durumunda yıllık bir yıldız paralaksı (yıldızların farklı periyotlarda kaymış gibi görünmesi) gözlemlenmesi gerektiği, ancak bunun var olmadığıydı. Doğrusu, bir yıldızın uzaklığıyla bu gözlemin zorluğunun doğru orantılı olması nedeniyle 19. yüzyıla kadar bu gözlemi yapabilecek hassasiyette aletler bulunmuyordu.

Galileo Galilei

Galileo Galilei
(15 Şubat 1564 - 8 Ocak 1642)

Güneş merkezci teoriler eski çağlardan beri var olsa da yakın zamanda Kopernik tarafından canlandırılmışlardı. Kopernik, yıldızların çok uzak olması nedeniyle paralaksın önemsiz olduğunu savundu. Ancak Tycho Brahe yıldızların ölçülebilir bir görünür büyüklüğü olması nedeniyle eğer Güneş merkezcilerin savunduğu kadar uzak olsalardı çok büyük olmaları gerektiğini ve Güneş’ten veya herhangi bir gökcisminden daha büyük gözükmeleri gerektiğini savundu. Tycho'nun sisteminde yıldızların Satürn'ün hemen gerisinde olduğunu ve Güneş’le aynı boyda olduklarını düşünüyordu.

Dogmaların Yıkılışı

Galileo, başka bir evren tablosuna temel teşkil edecek olan fikirler öne sürmüştü. Bunlardan bir tanesi, “doğanın işleyişine dair kanıtların yine doğaya bakarak sınanması” olarak özetlenebilir ve bugün kullandığımız anlamıyla “deney” kavramının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Galileo, hareket olgusunu kavramak için deneyler yapmış ve deneylerinin sonuçlarını matematiksel olarak yorumlamıştır. Yani, hareketin hangi teolojik gereklilikleri sağlaması gerektiğinden yola çıkıp gözlediği nesnelerde bunları aramamış, gözlediği durumları çeşitli nicelikler arasındaki matematiksel ilişkiler biçiminde ifade ederek hareket olgusuna dair çıkarımlarını bunun üzerine kurmayı tercih etmiştir.

Galileo, Kepler ve Kopernik’in aksine, ilahi nedensellikten yola çıkmayan doğa yasaları kavrayışına sahipti. Bunun en belirgin ifadesinin “doğanın işleyişine dair kanıtların yine doğaya bakarak sınanması” fikri olduğunu az önce belirtmiştik. Galileo ayrıca, skolastik görüşün aksine, evrenin mükemmel olmadığını düşünüyordu çünkü Ay’a ilişkin yaptığı gözlemlerde, Ay yüzeyinin Aristo’nun dediği gibi pürüzsüz olmadığını, kraterlerle dolu olduğunu görmüştü. Doğanın mükemmel olmadığı fikri ve doğa yasalarının kutsal kitaplar ya da otoritelerin yazdıkları kitaplara değil; doğanın kendisine bakılarak anlaşılabileceği görüşü tüm dogmaların yıkılışı anlamına geliyordu.

Doğanın Dili: Matematiksel İlkeler

İngiliz fizikçi Sir Isaac Newton, 16. yy'nin ilk yarısında ufak ufak başlayan bu değişimleri 17. yy'nin ikinci yarısında son bir büyük hamleyle tamamlamayı başarmıştır. Bu büyük hamle hareket yasalarının ve kütle çekim hipotezinin ortaya konmasıdır. Newton da Galileo’nun çıkış noktasını benimsemiş ve doğaya dair çıkarsamalarını oluştururken öncelikle gözleneni anlamaya çalışmıştır. Newton, “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” adlı büyük eserinde, kendi ifadesiyle şöyle diyor: “Bu eseri felsefenin matematiksel ilkeleri olarak sunuyorum, çünkü felsefenin tüm yükü buradan kaynaklanmaktadır –hareketler fenomeninden yola çıkarak doğa güçlerinin araştırılması ve bu güçlerden de diğer fenomenlere varılması.– Doğa fenomenlerinin geri kalanını mekanik ilkelere dayalı aynı uslamlama yöntemiyle çıkarsayabilmeyi umardım; çünkü cisimlerin parçacıklarını henüz bilmediğimiz nedenlerle birbirlerine doğru itip her zamanki biçimlerini almalarını sağlayan veya birbirlerinden uzaklaştırıp cisimlerin parçalanmasına yol açan bir takım kuvvetlerin diğer doğa fenomenlerinin de temelinde yattığını düşünmemi gerektiren pek çok neden var. Bu nedenlerin neler olduğu bilinmediğinden filozofların ve bilginlerin doğa araştırmaları bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır; ancak, burada ortaya konan ilkelerin buna ya da daha doğru bir felsefe yöntemi bulunmasına ışık tutacağını umuyorum.”

Sir Isaac Newton

Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri (1687)

Newton, 1687’de yayınlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) ile klasik mekaniğin temelini atmıştır ve tarihin en önemli bilimsel kitaplarından biri olmuştur. Bu çalışmasında Newton, evrensel kütle çekimini ve hareketin üç kanununu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ile Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar kurarak göstermiştir. Newton ayrıca ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı oluşturmuştur.

Newton’a göre doğanın kendi yasaları vardır (Bu görüş, içinde bulunduğu dönem için son derece yeni ve devrimci bir görüştür). Bu yasalar gözlemler yoluyla kavrandıktan sonra matematiksel olarak modellenir, yani bir anlamda bunların soyut bir taklidi üretilir. Daha sonra bu soyut taklidin kendisi çalışılarak, henüz gözlenmemiş olgularla ilgili fikirler önerilebilir ve bunlar da yine deney ve gözlemler yoluyla sınanabilir. Bu yaklaşım Newton’un, yeryüzünde ve göklerde aynı doğa yasalarının geçerli olduğu varsayımıyla hareket ettiği şeklinde de anlaşılabilir (Örneğin makinelerin de doğa yasalarına uyması gerektiğin fikrini doğurur –ki bu fikir sayesinde makineler geliştirilebilmiştir). Zira Newton hareket olgusuna dair ilkelerini ortaya koyarken, gök cisimlerinin hareketleri ile yeryüzündeki cisimlerin hareketleri arasında bir ayrım gözetmemektedir. Bu nedenle Newton’un hareket yasaları, gök cisimlerinin hareketlerinin açıklanmasının ötesinde, yönteminin de katkısıyla, mevcut mekanik bilgisini ilerletme potansiyeline sahip olduğunu göstermiştir.

Sir Isaac Newton

Sir Isaac Newton
(25 Aralık 1642 – 20 Mart 1727)

İşin bir miktar daha tekniğine girmek, Newton’un yarattığı değişimi ortaya koyabilmek adına anlamlıdır. Bu nedenle Newton’un bilime katkıları arasında en büyük yeri kaplayan hareket yasaları ve kütle çekimi yasalarından bahsetmemiz gerekiyor. Newton, merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Kütle çekimi yasası fizik tarihi için bir devrimdir; çünkü her ne kadar Joannes Kepler, gezegenlerin eliptik hareketlerini salt matematiksel olarak açıklamış olsa da gezegenlerin neden yörüngede kaldıklarına dair bir açıklama getirmemişti. Newton işte bu açıklamayı getirdi: Kütlesi olan her cisim boş uzayda birbirlerine bir çekim kuvvetiyle (çekilir) bağlıdır. Böyle bir kuvvetin varlığını düşünen Newton, kütle çekiminin matematiksel ifadesini verdi ve hatta bu matematik sayesinde, 23 Eylül 1846'da Neptün keşfedildi.

Newton’un bir diğer önemli keşfi olan hareket yasaları (eylemsizlik ilkesi olarak da bilinir), kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır. Newton hareket yasaları olarak bilinen üç yasa aşağıdaki şekildedir:

1. Hareketli bir cisim dışarıdan bir kuvvete maruz kalmazsa doğrusal hareketini sürdürür.
2. Kütlesi "m" olan bir cisme uygulanan "F" kuvveti ile "a" ivmesi arasında F=ma bağıntısı vardır.
3. Her etkiye karşı ona eşit bir tepki vardır.

Newton'ın hareket yasaları, evrenin bir düzen içinde ve deterministik (evrenin işleyişinin fizik yasalarıyla belirlendiği düşüncesi) olduğu sonucuna varmıştır. Bu çıkarsama önemlidir; çünkü sonraki yazılarda göreceğimiz üzere deterministik ilke, örneğin Einstein’ın Kuantum fiziğini kabul etmeme, Kuantum fiziğinin eksik bırakıldığını düşünme sebeplerinden birisidir.

Tüm bu yazılanları bağlayacak olursak, Orta Çağ’ın Aristocu biliminden (!) kopuş, aslen Galileo ve Newton ile mümkün olmuştur. Kopernik ve Kepler’in geliştirdiği yaklaşımlar, Galileo ve Newton ile gerçekleşen kopuşun nüvesi halini almışlardır. Çünkü Galileo ve Newton, Kopernik ve Kepler’in ilahi nedensellik arayan yöntemleri yerine, yeni deneyci bilimi geliştirmiş ve doğa yasalarının ancak doğanın kendisinin izlenmesiyle anlaşılabileceğini savunmuşlardır.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

Bu yazı, MMO İstanbul Şubesi tarafından her ay düzenli yayınlanan Makina Bülten dergisinin Eylül 2020 sayısı için hazırlanmıştır. Dergiye gitmek isterseniz lütfen buraya tıklayın.

Kaynakça

Prof. Dr. Talip Alp, Antik Yunan Ve Roma'dan İslam Medeniyetine, Bilim Tarihi Ve Felsefesi, SD Platform, Erişim: 24 Ağustos 2020 http://www.sdplatform.com/Dergi/943/Antik-Yunan-ve-Romadan-Islam-medeniyetine-bilim-tarihi-ve-felsefesi.aspx

Vikipedi, Skolastik Felsefe, Erişim: 24 Ağustos 2020 https://tr.wikipedia.org/wiki/Skolastik_felsefe

Dr. Mehmet Ali Olpak, Kopernik, Kepler, Galileo, Newton: Bilimsel Dünya Görüşünün Oluşumunu Nasıl Etkilediler? bilimveaydinlanma.org, Erişim: 24 Ağustos 2020 http://bilimveaydinlanma.org/kopernik-kepler-galileo-newton-bilimsel-dunya-gorusunun-olusumunu-nasil-etkilediler/

Skolastik Düşünce ve Önemli Skolastikler, şirazduvarı, Erişim: 24 Ağustos 2020 https://sirazduvari.com/skolastik-dusunce-ve-onemli-skolastikler/

Mustafa Yıldırım (2019), 17. Yüzyılda Avrupa’da Kurulan Bilim Akademileri ve Bilimsel Gelişmelerdeki Rolleri, ÇKÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (Özel) sf. 109- 112 https://atif.sobiad.com/index.jsp?modul=makale-goruntule&id=AW8U95reyZgeuuwfBdPN

Doç. Dr. İraz Akış, Darwin'in Evrim Kuramının Bilimsel Dünya Görüşünün Doğuşuna Katkısı, bilimveaydinlanma.org, Erişim: 25 Ağustos 2020 http://bilimveaydinlanma.org/darwinin-evrim-kuraminin-bilimsel-dunya-gorusunun-dogusuna-katkisi/

Kopernik’in Hayatı ve Buluşları, leblebitozu, Erişim: 25 Ağustos 2020 http://www.leblebitozu.com/kopernikin-hayati-ve-buluslari/

Galileo Galilei, Vikipedi, Erişim: 25 Ağustos 2020 https://tr.wikipedia.org/wiki/Galileo_Galilei

Nicolaus Copernicus, Vikipedi, Erişim: 25 Ağustos 2020 https://tr.wikipedia.org/wiki/Nicolaus_Copernicus