Bilim Tarihinin
Işığında Modern Bilim – I isimli yazımızda, bilimsel faaliyetlerini skolastik
düşüncenin etkisinde sürdüren Kopernik ve Kepler ile doğa felsefesinden doğa
bilimlerine geçişin sembolleri olan Galileo ve Newton’u konu almıştık. Bu
yazımızda ise Newton’dan Einstein’a kadar geçen süreci ele alacak, Genel
Görelilik Kuramı ve Kuantum fiziğine giden yolda birbirinden değerli bilim
insanlarınca atılan adımları inceleyeceğiz.
Bilim tarihini araştırmaya başladığınızda karşınıza çok
önemli iki isim çıkar: Isaac Newton ve Albert Einstein. Bu iki ismin bu kadar
önemli olmasının ve belki de her zaman herkesten daha fazla konuşulmasının en
önemli sebebi, madde ve enerji dünyasına olan bakışımızı yaklaşık iki yüzyıl
arayla kökten değiştirmiş olmalarıdır.
Einstein’a giden yolda, süreci biraz daha iyi anlayabilmek
adına, Newton’un bilime katkılarını bir kez daha gözden geçirmek gerekir. Matematikten
mekaniğe, kütle çekiminden optiğe kadar pek çok alanda teoriler geliştirmiş
olan Isaac Newton, fiziksel dünyayı mekanik açıklamalarla ele almış ve her
şeyin matematikle açıklanabileceğini göstererek 2 bin yıllık geleneksel
düşünceyi yıkmıştır (Bu noktada Galileo’nun ilahi nedensellikten yola çıkmayan
doğa yasaları kavrayışının etkisini de unutmamak gerekir).
Newton, çalışmalarını üç önemli alanda yoğunlaştırır: Gravitasyon
(kütle çekimi), kalkülüs ve ışığın birleşimi (optik). Yazıyı daha fazla
uzatmamak adına bu çalışmalar arasından yalnızca gravitasyona odaklanacağız
fakat yine de, Newton’un bilimsel yöntemini anlamak adına kalkülüsün tanımına
kısaca bakmamız gerekiyor.
Kalkülüs, Latince saymak veya hesaplamak için kullanılan ‘çakıl
taşı’ anlamına gelir. Kelime kökeninden de anlaşılacağı üzere kalkülüs, birçoğu
gündelik hayatımızda bulunan fiziksel ve kimyasal olayları matematik ile
açıklama tekniğine verilen addır. İçinde fonksiyon, limit, türev ve integral
gibi konuları barındıran kalkülüs, Newton’un, mevcut matematiğin fiziksel
yasaları açıklamakta yetersiz kalması üzerine geliştirdiği bir metodolojidir
(Kalkülüsü, Isaac Newton ile eş zamanlı ve bağımsız olarak ve çok benzer ilkelerle
geliştiren bir diğer ismin Wilhelm Leibniz olduğu söylenir).
Görüldüğü gibi Newton, doğa olaylarının matematikle
açıklanabileceğini düşünmüş, mevcut matematik formülleri bu ihtiyacı
karşılamayınca yeni bir yöntem bilim geliştirmiştir. Bu önemlidir çünkü kökeni
Aristoteles’e kadar uzanan Dünya merkezci gelenek, ‘göksel nesnelerin çembersel
hareketlerini’ açıklama gerektirmeyen
olgular olarak ele almaktaydı ve bu anlayış bilimin gelişmesi önünde büyük
bir engeldi. Dünya’nın diğer gezegenlerle birlikte Güneş çevresinde döndüğünü
ileri süren Kopernik bile çembersel devinim öğretisine karşı çıkmamış ve bu
hareketi açıklama arayışına girmemiştir. Fakat ilk kez Newton, Hareket Yasaları
sayesinde mekanik kuramı ortaya atmış, doğadaki hareketlerin matematiksel
formüllere indirgenebileceğini ifade etmiş ve mekanik dünya görüşünü ortaya
çıkarmıştır.
Işığa, Elektriğe ve
Manyetizmaya Bakışımızı Değiştiren Bilim İnsanı: Michael Faraday
İngiliz kimya ve fizik bilgini Michael Faraday, hayata tam
anlamıyla sıfırdan başlamış, ilkokul hayatını ekonomik nedenlerle
tamamlayamamış; fakat 14 yaşında kitap ciltleme işine girip okuduğu kitaplardan
etkilendikten sonra halka açık kimya konferanslarına katılarak kendi kendini
yetiştirmiş olan önemli bir bilim insanıdır. Michael Faraday’in bilime yaptığı
katkıları; elektrolizin temel ilkelerini belirlemesinden klor gazının
sıvılaştırılmasına, Faraday kafesinden elektromanyetik indüklemeye kadar birçok
konuyla örneklendirebiliriz. Ancak bizim ilgilendiğimiz asıl şey, bize elektrik
ve manyetizmanın aynı şey olduğunu söylemiş olması.
Michael Faraday’in çalışmalarını yoğunlaştırdığı yıllarda,
yine kendisi gibi pek çok bilim insanı elektrik ve manyetizma konularıyla
ilgileniyordu. Bu kişiler arasında ilk elektrokimyasal pili icat eden Alessandro
Volta, volta akımına maruz kalan bir iğnenin manyetikleştiğini keşfeden Hans
Christian Ørsted (Ğörstıd ya da Örstıd olarak
okunur) ve elektrik ile manyetizmanın ilişkili olduğuna dair oldukça
açıklayıcı bir makale sunmuş olan Andre Marie Ampere gibi isimler vardı. Kaldı
ki Michael Faraday’in yaptığı çalışmalar, yukarıda saydığımız bilim
insanlarının keşif ve araştırmalarına dayanıyordu.
Fen alanında çalışan bilim insanlarının, çalışmalarını daha
çok elektriğe ait konularda yoğunlaştırdıkları bu dönem, yani 1800’lerin başı,
art arda yaşanan keşif ve icatlarla bilim dünyasını sarsan gelişmelere sahne
olmuştu. Michael Faraday, elektrik akımının manyetik alan oluşturduğuna ve bu
alanın dairesel olduğuna ilişkin keşifleri okumuş, birbiriyle ilişkili olduğu
kesin olan elektrik ile manyetik alana ilişkin yeni sorular sormaya başlamıştı.
Ünlü ‘cıva deneyi’ ile manyetik alan oluşturan elektrik
alanın bir mıknatısı hareket ettirip ettiremeyeceği üzerine denemeler yaptı. Kabloya
elektrik verdiğinde mıknatısın hareket ettiğini gören Faraday, bu deney
sayesinde elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren tarihteki ilk elektrik
motorunun taslağını da yapmıştı. Daha da önemlisi bu deney elektrik ile
manyetizmanın bir bütün olduğunu, o zamana kadar alakasız olduğu düşünülen bu
kuvvetlerin aynı kuvvetler olduğunu göstermişti. Faraday bu buluşunu sonraki
süreçte farkı bilim insanlarının da katkılarıyla geliştirecek, elektrik motoru
ve dinamo gibi önemli buluşlara imza atacaktı.
Hayata resmen sıfırdan başlayarak tarihteki en önemli
insanlardan biri haline gelen Michael Faraday, elektriğe ve manyetizmaya olan
bakışımızı tümden değiştirmiş ve elektriğin manyetizma ile aynı kuvvet olduğunu
ispat etmiştir. Bunun yanı sıra, o zaman için herkese çılgınca gelen bir fikir ortaya
atarak elektriğin ve hatta her şeyin gözle görülmeyen bir ışık yaydığını,
ışığın da bir elektromanyetik dalga olduğunu iddia etmiş ancak bunu
kanıtlayamamıştı. Çünkü deneysel yöntemlerle kanıtlayamadığı bu iddiasını formüle
edecek, teorileştirecek matematik bilgisine de sahip değildi. Bu nedenle bu
müthiş fikir adeta ‘havada’ kalmış oldu. Ta ki James Clerk Maxwell adındaki bir
deha, yaklaşık 50 yıl sonra bu işe el atana kadar…
“Teorik Fizik Ne İşe Yarar
Ki?” Sorusunun Cevabı: James Clerk Maxwell
James Clerk Maxwell, Einstein ve Newton gibi bilim
devlerinin arasında anılması gereken, bilimsel çalışmaları ve keşifleri ile
bilim dünyasına çok büyük katkılar sağlamış olan çok değerli bir teorik
fizikçidir. Öylesine önemlidir ki; Albert Einstein'a, Newton'un omuzlarında
durup durmadığı sorulduğunda, “Newton’un değil, Maxwell'in omuzlarında…” diye cevap
vermiştir.
James Clerk Maxwell, Faraday’ın aksine varlıklı bir ailede doğmuştu. Son derece meraklı ve kendisine özgü bir çocukluk dönemi geçiren Maxwell, ilk makalesini de 14 yaşında yazmıştı. Çocukluk çağlarından beri renklere çok fazla ilgi duyan Maxwell’in ilk keşfi de renk üçgeni olarak bildiğimiz (RGB) ve tüm renklerin kırmızı, yeşil ve maviden türetebileceğimizi söylediği ünlü renk modeliydi. Maxwell, renk spektrumunun herhangi bir rengini oluşturmak için gereken her bir birincil rengin (kırmızı, yeşil ve mavi) miktarları için matematiksel ifadeler tanımladı. Bugün televizyon, telefon ve monitör gibi ekranları işte bu spektruma borçluyuz.
Maxwell bir teorik fizikçi demiştik; kendisi bu sayede, 1859'da
yılında, Satürn halkalarının çok sayıda bağımsız yörüngeli parçacıktan ve bir
dizi düzenli dar halkalardan oluştuğunu önerdi ve bunu matematiksel bir
denkleme oturttu. Kendisine Adam Prize ödülünü kazandıran ve 4 yılını alan bu
çalışma, 1977'de gönderilen Voyager uzay aracının Satürn'ün yanından geçerken
çektiği fotoğraflar sayesinde kanıtlanabilecekti.
Hepsinden
Önemlisi: Maxwell Denklemleri
James Clerk Maxwell’in yukarıda saydığımız çalışmaları
dışında pek çok çalışması daha bulunuyor fakat aralarından en önemlisi, Maxwell
Denklemleri olarak bilinen ve Faraday’ın öne sürdüğü elektrik ve manyetizma
arasındaki bağlantıyı matematiksel olarak kanıtladığı denklemler oldu.
Bilim tarihinde 19. yüzyılın ilk yarısı özellikle elektrik,
manyetizma ve ışık konularındaki çalışmaların ön plana çıktığı bir dönemdir.
Işığın dalgalar biçiminde ilerlediği görüşü yaygınlık kazanmış; ayrıca, kristal
aracılığıyla istenen yönde kutuplaştırabileceği deneysel olarak gösterilmişti.
Ne var ki, elektrik, manyetizma ve ışık arasındaki bağıntı henüz yeterince
bilinmediğinden bu olaylar bağımsız araştırma konuları olarak ele alınmaktaydı.
Tüm bunları değiştiren ise Faraday’ın elektrik ve manyetizma arasında kurduğu
deneysel bağlantı ve Maxwell’in elektrik, manyetizma ve ışığın aynı şeyler
olduğunu gösterdiği denklemleri olacaktı.
Newton’ın evrensel kütle çekimi kuramı, evreni mekanik bir modele indirgeyerek açıklıyor ve değişik büyüklükteki kütlesel nesnelerin, elektrik yükleri gibi birbirini etkilediğini varsayıyordu. Faraday bir adım ileri gitti ve elektrik yüklerinin yalnız birbirini değil; çevrelerini de etkilediği görüşüne ulaştı. Deneysel olarak kanıtladığı bu teorisi ile elektrik ve manyetizmayı birleştirerek elektromanyetik güç alanı dediği yeni bir kavram oluşturdu.
Faraday’ın deneysel buluşlarından büyülenmiş olan Maxwell,
söz konusu etkinin yalnız iletkende değil uzayda da oluştuğunu; üstelik değişen
elektrik alanın da manyetizma ürettiğini buldu. Bu fikri matematiksel olarak
geliştirirken ortaya çıkan denklemler, manyetizma ve elektriğin birbirine bağlı
olduğunu gösteriyordu.
Maxwell’in temelde yaptığı şey, elektrik alanda meydana
gelen değişimin manyetik alanı ve manyetik alanda meydana gelen değişimin
elektrik alanı etkilediğini çok basit formüllerle ifade etmekti. Önemli işlere
imza atmış her bilim insanı gibi, açıklamaları birleştirmiş ve
basitleştirmişti. Yine bu denklemlerden yola çıkarak yaptığı hesaplamalarda,
elektrik sabitini manyetizma sabitine böldüğünde ortaya ışık hızının karesinin
çıktığını keşfetti (Işık hızı daha önce ölçülmüştü ve yaklaşık olarak saniyede
300 bin km olarak bulunmuştu). İşte bu sayede, Faraday’ın daha önce ortaya
attığı ancak deneysel veya teorik olarak kanıtlayamadığı şeyi; ışığın da
elektromanyetik bir dalga olduğu gerçeğini bulmuştu.
Maxwell’in elektromanyetizma teorisi ve buna bağlı
teknoloji, bildiğimiz üzere büyük bir gelişme gösterdi ve bu gelişmelerin
sonuçları dünyayı ekonomik ve sosyal bakımdan daha önceki asırlardakilerle
kıyaslanamayacak ölçüde değiştirdi. Hatta modern çağ, gerçek anlamda
elektromanyetizma teorisi ve teknolojisi çağıdır dersek yanılmış olmayız. Bunun
yanı sıra Maxwell’in alan denklemleri, daha sonra Einstein’ın geliştirdiği özel
görelilik kuramına temel oluşturmuş ve kuantum kuramının geliştirilmesinin
yolunu açmıştır.
Son olarak Maxwell’in, ışığın yanı sıra başka
elektromanyetik radyasyon formlarının varlığının da araştırılması gerektiğine
ilişkin savını belirtmekte fayda var. Maxwell’in kuramı, elektromanyetik
dalgaların laboratuvar ortamında elde edilebileceğini öngörüyordu ve ölümünden
sekiz yıl kadar sonra, 1887’de Heinrich Hertz düşük frekanslı radyo dalgalarını
buldu. Ardından 1895 yılında Wilhelm Röntgen, X-ışınlarını keşfetti.
1879’da, henüz 48 yaşındayken hayata gözlerini yuman
Maxwell, bu kısacık ömrü boyunca bilim dünyasında çok önemli, kapsamlı ve yeni
gelişmelere yol açmış olan birçok buluş ortaya koydu. Bu nedenle belki ancak
Newton ve Einstein ile eş düzeyde tutulabilecek olağanüstü bir sima olarak addedilmektedir.
İlerlemenin Yolu: Kaos, Determinizm ve Rastlantısallık
Klasik fizikten öğrendiğimiz kadarıyla, Newton yasaları
sayesinde bir cismin herhangi bir andaki konumunu, hızını ve enerjisini
biliyorsak, o cismin gelecekteki herhangi bir andaki konumunu, hızını ve
enerjisini öngörebiliriz (Newton, evreni kaideleri kesin sınırlarla çizili olan
büyük bir makine gibi resmetmişti). Bunu sağlayan şey ise fizik yasalarının
deterministik olmasıdır. Determinizm, yani belirlenimcilik, meydana gelen bir
olayın, ondan önceki bir olayın sonucu olduğunu söyler. Bu sayede, sistemin
zaman içindeki evrimini bulabiliriz.
Bu düşünceyi 17. yüzyılda yaşamış olan matematikçi Pierre
Simon Laplace şöyle savunmuştur: “Eğer evrendeki tüm koşulları ve etkileri tam
anlamıyla bilebilirsek, evrenin gelecekteki halini de bilebiliriz.” Bu aynı
zamanda, evrendeki tüm koşulları anlayabildiğimiz takdirde geçmişi de tam
olarak bilebileceğimiz anlamına gelir.
Kaotik sistemlerde de geçerli olan ilke, fizik yasalarının
ve olayların deterministik olmasıdır fakat kaotik sistemlerde, gelecekteki
herhangi bir davranışı kesin olarak öngöremiyoruz. Bunun nedeni evrenin
rastlantısallık da içermesidir. Örnek vermek gerekirse; kapalı bir kabın
içindeki gaz moleküllerini ya da atomlarını incelediğimizde bunların sürekli
olarak birbirleriyle çarpıştıklarını ve oradan oraya savrulduklarını görürüz. Bu
düzensiz yapı nedeniyle, gaz atomlarının birbirleriyle yaptıkları çarpışmaları
hesaplamak neredeyse imkânsızdır. Kesin hesaplar yapılamadığı için de gaz
atomlarının herhangi bir andaki konumlarını kesin şekilde belirleyemeyiz. Buna
karşın istatistiksel fizik sayesinde modellemeler gerçekleştirebiliriz. İşte bu
modellemelere termodinamik yasaları ve -düzensizliğin bir ölçüsü olan- entropi denmektedir.
Determinizmin
Çöküşü: İstatistik Mekanik
Fiziğin bir alt dalı olan istatistik mekanik, çok sayıda
parçacıktan (atom, molekül, elektron, çekirdek vb.) oluşan sistemlerin
makroskobik fiziksel özelliklerini, sistemi oluşturan parçacıkların
dinamiğinden yola çıkarak inceler. Sadece basit olasılık varsayımlarından yola
çıkarak elde edilen sonuçlar termodinamik biliminin temelini oluşturduğu gibi,
maddenin gözlemlenen kuantum davranışlarını da açıklar. Maxwell, Boltzmann,
Einstein, Gibbs, Fermi ve Dirac gibi büyük bilim insanlarının katkılarıyla
gelişen bu bilim dalı fizikte ve evrende oldukça önemli bir yere sahiptir.
Biraz
Geriye Gidelim: Termodinamiğin Kurucusu Nicolas Carnot
Termodinamiğin tarihinden söz ederken, dünyayı değiştiren
fakat adı sanı pek bilinmeyen bir isimden, Nicolas Léonard Sadi Carnot’dan (Karno olarak okunur) bahsetmemiz
gerekiyor. Aslen bir asker olan Fransız Nicolas Carnot, buhar gücünün çok
önemli olduğunu biliyor ve bu gücün araştırılması gerektiğini düşünüyordu. Bu
nedenle buhar gücü ve makinelerin çalışma prensiplerine ilişkin bir dizi
araştırma yaptı ve bu araştırmaların sonuçlarını 1824 yılında yayınladığı Ateşin Hareket Ettirici Gücü Üstüne Düşünceler
adlı 60 sayfalık bir kitapta topladı.
Kitapta ısı motorlarının nasıl çalıştığını açıklayan Carnot,
kısaca tüm ısı motorlarının soğuk bir ortamda bulunan sıcak bir kaynaktan
ibaret olduğunu ve ısının sıcaktan soğuğa doğru akan bir sıvı gibi davrandığını
söylüyordu. Ona göre bir ısı motorunu daha verimli hale getirmek istiyorsak ısı
kaynağı ile soğuk ortam arasındaki ısı farkını artırmamız gerekiyordu. Bu
müthiş keşif, bugünkü araba motorlarının veya jet motorlarının geliştirilmesini
sağladı (Bu motorların yüksek ısılarda çalıştıkları için -yani soğuk ortamla
aralarındaki ısı farkının yüksek olması nedeniyle- verimli oldukları
unutulmamalıdır).
Tüm bunların ötesinde Carnot, doğanın çalışma prensibini de
keşfetmişti: Evrende her şey sıcak ile soğuk arasındaki enerji alışverişi
sayesinde hareket ediyordu. Bu keşfi sayesinde Carnot, termodinamik adı verilen
yeni bir bilim dalını ortaya çıkartmış oldu.
Enerji dönüşümü ve ısının hareketini inceleyen termodinamiğin
keşfedilmesi sayesinde, çok farklı gördüğümüz enerjilerin aslında birbirleriyle
ne kadar bağlantılı olduğunu anlamaya ve bir enerji türünü bir başka enerji
türüne nasıl çevirebileceğimizi öğrenmeye başladık. Bu sayede mekanik işler ile
ısının aynı şeyler olduğunu, yani enerjinin farklı türleri olduğunu keşfederek termodinamiğin
birinci yasasını* bulmuş olduk.
*1.
Yasa (Enerjinin Korunumu Yasası): Enerji yoktan var, vardan yok edilemez.
Sadece biçim değiştirir.
Termodinamiğin
İkinci Yasasını Keşfeden Bilim İnsanı: Rudolf Clausius
Alman fizikçi Rudolf Julius Emanuel Clausius (1822 – 1888), 1850 yılında yayımladığı Mekanik
Isı Teorisi Üzerine adlı makalesi ile termodinamiğin ikinci yasasındaki temel
fikirlere açıklamalar getiriyordu. Clausius daha sonra termodinamiğin birinci
ve ikinci yasalarını özetleyecek ve bizleri entropi kavramıyla tanıştıracaktı.
Birinci yasa bize evrendeki enerji miktarının sabit olduğunu
söylüyordu; ancak Clausius’a göre evrende sadece sabit bir miktarda enerji
yoktu, bu enerjinin izlediği çok kesin kurallar da vardı (Örneğin ısı enerjisi
her zaman tek yönde -sıcaktan soğuğa- ilerlerdi). Clasius açıklamayla sınırlı
kalmamış ve enerjinin nasıl aktarıldığını çok önemli bir formülle göstermişti.
Bu formülde yeni bir miktardan ya da ölçüden, yani entropiden bahsetmişti. İşte
bu, ikinci yasaydı.*
*2.
Yasa (Entropi): Isı aktarımı sırasında entropi de artar. Entropi ise sıcak
nesneler soğurken ısının nasıl dağıldığını gösteren bir ölçümdür. Entropi tüm
sistemlerde sürekli artış gösterir ve bu işlem geri döndürülemez.
Entropi bize zamanın hep ileri doğru akması gerektiğini
çünkü tüm sistemlerin bozulma yönünde eğilim gösterdiğini söylüyordu. Yani
diğer yasaların aksine termodinamik yasaları, zamanın geriye doğru akması halinde
çalışmıyordu. Zamanın okunu sanki bir miktar anlamaya başlamıştık fakat enerjinin
ne olduğunu ve neden bozulma yönünde eğilim gösterdiğini bilmeden bunu tam
olarak kavrayamayacaktık.
Enerjiyi
Atomların Hareketi ile Açıklayan Dahi: Ludwig Boltzmann
Henüz atomların varlığının tartışmalı olduğu bir dönemde,
Ludwig Boltzmann isimli bir deha çok ileri gitmiş ve bu parçacıkları hem kabul
edip hem de enerjiyi bu parçacıkların arasındaki etkileşim olarak açıklamıştı.
Boltzmann’a göre evrendeki her şey temelde atomlardan oluşuyor ve sıcak
nesneler, çevresindeki daha soğuk nesnelere atomlar vasıtasıyla ısı yayıyordu.
Örneğin masanın üzerine bırakılan sıcak bir nesnenin dış kısmında bulunan
atomların enerjisi masanın atomlarına aktarılıyor ve böylece her iki nesne de birbirlerine
denk hale gelene dek enerji aktarımı devam ediyordu. Enerji bu sayede, her
zaman düzenli durumdan düzensiz duruma (yayılmış, dağılmış, entropik) hareket
ediyordu.
Boltzmann ayrıca, her sistemde mevcut olan bu düzensizliğin
nasıl hesaplanabileceğini gösteren bir denklem ortaya koymuş ve bu denklem ile
düzensizliğin ve karmaşanın evrenin bir kanunu olduğunu açıkça göstermişti.
Boltzmann’ın açıklamaları ve denklemleri sayesinde enerjinin, atomların bir
hareketi olduğunu, enerji aktarımının ise atomlar arası etkileşimden
kaynaklanan bir süreç olduğunu anlamıştık.
1872 ve 1876 yıllarında yayımladığı iki makale ile
sistemdeki düzensizliğin ölçüsü olan “entropi”nin mikroskobik özellikleriyle
hesaplanabileceğini gösteren Boltzmann, geliştirdiği istatistiksel metot
sayesinde evrendeki her etkinin ancak yaklaşık olarak hesaplanabileceğini, bu
kadar çok parçacığın olduğu nesneler dünyasında yapılan ölçümlerin kesin ve
hatasız olamayacağını ifade etmişti.
O zamanlar, Laplace’çı görüş olarak da bilinen, her şeyin
mekanik bir saat gibi olduğu ve her etkinin kusursuz bir şekilde hesaplanıp
bilinebileceği görüşü (klasik determinizm) hakimdi. Bu yüzden Boltzmann’ın
olasılıkçı ve istatistiksel yaklaşımı büyük bir tepkiyle karşılandı; fakat
ölümünden sonra Maxwell, Plank ve Einstein gibi isimler Boltzmann’ın
istatistiksel yaklaşımını başarılı bir şekilde kullandılar.
Üçüncü
ve Sıfırıncı Yasalar
Termodinamiğin bu iki önemli yasasından sonra üçüncü ve
sıfırıncı yasalarını da kısaca inceleyelim.
Termodinamiğin üçüncü yasası sistem sıcaklığı ve hareket
arasındaki ilişkiyi açıklar. Biliyoruz ki sıcaklık dediğimiz nicelik, madde
moleküllerinin ve atomların hareketinin bir ortalama ölçüsüdür. Yani bir madde
ne kadar sıcaksa atomik boyutta o kadar hareketlidir (Enerjisi yükselen atomlar
titreşirler). Peki, maddenin sıcaklığını mutlak sıfıra (0 Kelvin = -273.15
°Celcius) yaklaştırırsak ne olur?
Bu durumda cismin entropisi de 0’a yaklaşır ancak tam olarak
0 olmaz; bu mümkün değildir. Şöyle ki: Entropinin sıfıra yaklaşması, maddelerin
içindeki atom ve moleküllerin hareketlerinin de sıfıra yaklaşması anlamına
gelmektedir. Bu durumda hareket olmaz; yani entropi sıfır olur ve madde,
bildiğimiz formunu kaybeder. Madde olmazsa canlılık da olmaz.
Son olarak termodinamiğin sıfırıncı yasası (Bu yasa diğer üç
yasadan sonra keşfedildiği fakat en temel yasa olduğu için sıfırıncı yasa ismi
verilmiştir) termal denge ve sıcaklık ilişkisi ile ilgilidir. Az önce de
dediğimiz gibi sıcaklık, madde moleküllerinin sahip olduğu kinetik
enerjilerinin ortalama bir göstergesidir. Birbirleriyle temas halinde olan iki
cisim termal denge durumuna gelene dek ısı alışverişi yaparlar. Termal denge
durumunda ise sıcaklıkları eşittir. Bu yasanın en önemli sonucu şudur:
Evrenimiz gibi kapalı sistemler (dışarısıyla enerji alışverişi yapmayan) denge
durumunda olduğunda, yani kendi içinde ısı alışverişi bittiğinde, makroskopik
özellikleri zaman değişse de değişmez. Bu, evrenimizin yeterince soğuduğunda
mevcut durumunu sonsuza dek koruyacağı anlamına gelmektedir.
Termodinamik yasaları bize, özetle, neden sıcak şeylerin soğuduğunu,
gazın havada yayıldığını, yumurtanın çatladığını ama asla çatlak yumurtanın
çatlak olmayan yumurtaya dönmediğini, yani kısaca, enerjinin zamanla dağılmak
veya yayılmak eğiliminde olduğunu anlatır. Entropi ise bu eğilimin ölçüsüdür
(Açacak olursak bir sistemdeki enerjinin parçacıklara nasıl dağılmış olduğunun
ve bu parçacıkların sistemde ne kadar yayılmış olduklarının ölçüsü). Enerjinin
yayılma olasılığı, belirli bir noktada yoğunlaşmasından çok daha fazladır. Bu
durumda, sistemdeki parçacıklar hareket edip etkileştikçe enerjinin daha çok
yayılacağı şekilde yapılanırlar. Sonunda sistem, termodinamik denge denilen,
sistemin maksimum entropi durumunda olduğu ve enerjinin her yerde eşit olarak
dağıldığı bir duruma ulaşır (Az önce de bahsettiğimiz soğuk, ölü evren durumu).
Yazı dizimizin bu bölümünde, bize birbirinden farklı
oldukları düşünülen elektrik, manyetizma ve ışığın aynı şeyler olduklarını
gösteren Faraday ve Maxwell’i, Klasik Fiziğin deterministik anlayışına karşı
çıkan ve istatistik mekanik biliminin kurucusu olan Boltzmann’ı ve termodinamiğin
ilk iki yasasını oluşturan Carnot ve Clausius’u inceledik. Bu sayede,
belirsizlik, istatistik ve atom altı dünyaya ilişkin düşüncelerin hangi
yollardan geçtiğini biraz daha anlamış olduk. Burada geçen isimler sayesinde,
ilerleyen yıllarda Genel Görelilik ve Kuantum Mekaniği gibi, tarihin gördüğü en
önemli teorilerden ikisine giden yol açılmış olacak. Belirlenimci (deterministik)
fiziğin yerini istatistiksel denklemler ve kuantum dünyasının sebep olduğu ve Einstein’ın
da oldukça karşı çıkacağı belirsizlikler almaya başlayacak.
Bir sonraki yazıda
görüşmek üzere…
Bu yazı, MMO İstanbul Şubesi tarafından her ay düzenli yayınlanan Makina Bülten dergisinin Ekim 2020 sayısı için hazırlanmıştır. Dergiye gitmek isterseniz lütfen buraya tıklayın.
Kaynakça
Bilimin
Öncüleri: Isaac Newton (1642-1727), bilimvegelecek.com.tr, Erişim: 16 Eylül
2020 https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/09/01/bilimin-onculeri-isaac-newton-1642-1727/
Kalkülüs Nedir,
Kimdir veya Ne Yapmıştır? www.kozmosungenetigi.org, Erişim: 16 Eylül 2020 https://www.kozmosungenetigi.org/kalkulusun-kisa-tarihi/
Elektriğin
Babası: Michael Faraday – Diplomasız Deha (video), youtube.com, Bebar Bilim, Erişim
16 Eylül 2020 https://www.youtube.com/watch?v=w9l5TfMZshA
Dünyayı
Değiştiren Adam: James Clerk Maxwell ve Elektromanyetizma (video), Bebar Bilim,
youtube.com, Erişim 17 Eylül 2020 https://www.youtube.com/watch?v=Ht-W5eucVjA&t=914s
Daha Çok
Bilinmesi ve Anılması Gereken Bir Deha: James Clerk Maxwell, www.evrimagaci.org,
Erişim: 17 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/daha-cok-bilinmesi-ve-anilmasi-gereken-bir-deha-james-clerk-maxwell-8004
Bilimin
Öncüleri: James Clerk Maxwell (1831 -1879), bilimvegelecek.com.tr, Erişim: 17
Eylül 2020 https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/10/20/bilimin-onculeri-james-clerk-maxwell-1831-1879/
Maxwell’in
Bilim Tarihindeki Yeri, www.sarkac.org, Erişim: 17 Eylül 2020 https://sarkac.org/2019/04/maxwellin-bilim-tarihindeki-yeri/
Tarihteki
Ünlü Bilim İnsanları; Keşifleri, Buluşları ve İcatları, serkanuygur.com.tr,
Erişim 18 Eylül 2020 https://serkanuygur.com.tr/2018/03/24/tarihteki-unlu-bilim-insanlari-kesifleri-buluslari-ve-icatlari/
Dünyayı
Değiştiren 17 Denklem, www.matematiksel.org, Erişim 18 Eylül 2020 https://www.matematiksel.org/dunyayi-degistiren-17-denklem/
Kaos Teorisi
Nedir? Doğadaki Kaostan Söz Ederken Neyi Kastediyoruz? evrimagaci.org, Erişim
18 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/kaos-teorisi-nedir-dogadaki-kaostan-soz-ederken-neyi-kastediyoruz-8198
Mikro
Evrenden Makro Evrene: İstatistiksel Fizik ve İstatistik Mekanik Nedir?
evrimagaci.org, Erişim 18 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/mikro-evrenden-makro-evrene-istatistiksel-fizik-ve-istatistik-mekanik-nedir-8362
Evrendeki En
Temel Yasalar: Termodinamik Yasaları Nedir? Neler Söyler? evrimagaci.org,
Erişim 18 Eylül 2020 https://evrimagaci.org/evrendeki-en-temel-yasalar-termodinamik-yasalari-nedir-neler-soyler-8505
ENTROPİ:
Evrenin Çalışma Şekli ve Termodinamik (video), Bebar Bilim, youtube.com, Erişim
18 Eylül 2020 h https://www.youtube.com/watch?v=WxXdEh2muc0
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder