Otuz yıllık hayatımda hiç intihar eden bir arkadaşım veya yakınım olmadı. İntihar girişiminde bulunan birkaç tanıdığımı saymazsak, meseleye doğrudan tanıklık etmedim. Dolayısıyla intihar konusuna ilişkin hislerimi ve düşüncelerimi, üzerimde travma yaratacak olaylar ışığında yazmadığımı belirtmem gerekiyor. Ayrıca bu yazının, bir kısım insanlar üzerinde olumsuz etki yaratabileceğinin farkındayım ve en hisli duygularımla söylemeliyim ki eğer bu meselenin üzerinizde olumsuz bir etki yaratacağını düşünüyorsanız bu yazıyı hiç okumayın ve lütfen buradan hızla uzaklaşın!
Geçtiğimiz günlerde, çeşitli olumsuzluklar ve zorluklar yaşadığım bir zamanda, bir süre intihar etme meselesi üzerine farklı düşünceler geliştirdim. Farklı dememin sebebi; bu meseleye daha önce hiç bu açıdan bakmadığımı fark etmiş olmam… Her ne kadar dinsel veya geleneksel düşünce kalıplarına sıkışmış bir insan olmasam da ailem, geçmişim ve yetiştirilme biçimim dolayımıyla intihar meselesine ilişkin daha “normal” yaklaşımlara sahip bir birey olduğum gerçeğini yadsıyamam. Ancak yine de şunu söylememde fayda var: İnsanların tercihleriyle ve yaşam biçimleriyle, başka insanlara zarar vermedikleri sürece hiçbir zaman ilgilenmedim.
Bu uzun uzadıya yaptığım açıklamaların ardından asıl konumuza, yani intihar meselesine gelelim. İntihar eylemi, kişinin çeşitli sebeplerle hayatına son verme isteğinin bir sonucu olarak karşımıza geliyor. Bu sebepler içerisinde zihinsel hastalıklar, travmalar, kimi zaman doymuşluk veya sadece artık yaşamayı istememek olabileceği gibi; toplumsal travmalar, gelecek kaygısı ve ekonomik zorluklar gibi birey dışı sebepler de olabilir. İşin toplumsal boyutu iktidarı elinde tutan zümrenin yol açtığı ve doğrudan onları suçlayabileceğimiz nedenlere ilişkin olmakla birlikte; bireysel direnç noktalarının kırılgan yapısından kaynaklı bir vazgeçişi de göz önünde bulundurmak gerekebilir. Politik bir insan olduğum için bu konuda kesinlikle kişileri suçlamaktan yana değilim ve böyle birisi olmayı da asla arzu etmiyorum. İktidarların toplum mühendisliği ile dayattıkları yaşam biçimlerini kabul etmeyen ve kendilerini artık yalnız hisseden insanları suçlamak için en hafif tabirle “akılsız” olmak gerekiyor.
Gel gelelim kişisel sebepleri olan insanlara… Her ne kadar kişisel sebep desem bile bu sebepleri ortaya çıkaran temel sorunu görmezden gelmemek adına şu ayrıma gitmeyi naçizane önemli buluyorum: Psikolojik rahatsızlıklar, travmalar veya duygusal zayıflıklar kişilerin suçu değil; onları buraya iten mekanizmaların; insanların, toplumların veya genetik kodların sonucudur! Nitekim sorunun temeli doğru analiz edilmedikçe yaşanılan her olumsuz olayı bireylerin omuzuna yükleyip onlara elveda diyerek hayatımıza devam etme yanlışı içerisine girebiliriz. Bu ise bizi toplumsal anlamda “pasif” bireysel anlamda ise “işe yaramaz” hale sokar.
Yazının bu noktasına kadar intihar eyleminin bireysel zayıflıktan kaynaklı bir şey olmadığı ve bunun genellikle, aile, çevre, toplumsal mekanizmalar, ekonomik bakış ve hatta inançsal-ideolojik gericilik kaynaklı bir olgu olarak ele alınması gerektiğine ilişkin düşüncelerimi ifade etmeye çalıştım. Ancak biliyorum ki hepiniz işin “magazin” kısmı sayılabilecek uçlardaki düşüncelerimi merak ediyorsunuz. O halde Pandora’nın kutusunu açma vakti geldi…
Takdir edersiniz ki hiçbir insan ne doğumunu ne doğduğu aileyi ne de yaşayacağı çevreyi seçerek dünyaya gelmiyor. Ebeveynlerimizin cinsi faaliyetleri sonucu doğuyor ve belirli kısıtlarla yaşamaya başlıyoruz. Bu seçimsizlik, özellikle ailesi ile çeşitli sebeplerden dolayı ortaklaşmakta sorun yaşayan insanları travmatize ediyor. Tabii yalnızca aile değil; toplumla, devletle veya içinde bulunduğu çevreyle uyuşamayan insanlar da aynı şekilde travmatize oluyor. Bu ise kimi insanın isyan etmesine, kimi insanın durumu umarsızca kabullenmesine, kimi insanın ise pes etmesine yol açabiliyor. Kendinde savaşacak gücü bulan insanlara gerçekten hayranlık duyuyorum; ancak bunun herkes için geçerli olmadığını biliyor ve bunun bir “suçlamaya” varmaması gerektiğini düşünüyorum.
Son tahlilde, insanların doğdukları yeri/aileyi/çevreyi seçme özgürlükleri olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bu insanlar doğduktan sonra yaşayacakları hayatı da, uzun süreler boyunca aileye, topluma veya devlete bağımlı kaldıkları için, özgürce seçemiyorlar. Bu durum kimi insanları sistemin bir dişlisi haline getirirken kimilerini de duygusal ve mental olarak oldukça zorluyor. Kişiler kimi zaman mücadele etme yöntemleri geliştiriyor kimi zamansa gözden kaybolma veya üzerlerine atılan sorumluluklardan kurtulma yolunu seçiyorlar. İşte bu durum “seçimsizliktir”.
İnsan, doğası gereği özgürdür ve seçim hakkını (her canlı gibi) doğal olarak almıştır. İnsan doğasının yok sayılarak manipülatif ve yapay yöntemlerle değiştirilmeye çalışılması sistemde tıkanıklığa yol açar. Az önce de belirttiğim gibi kimileri savaşır, kimileri kaçar, kimileriyse pes der. Kaçanları veya pes edenleri suçlayabilir misiniz? İnsana istemediği bir şeyi yaptırmanın bedeli sizce nedir?
Temel sorun “seçimsizlik” olduğundan, belki de son çare olarak başvurulan intihar kimsenin karışamadığı, engelleyemediği ve karşısında tam anlamıyla biçare kalınan bir seçenek olarak karşımıza çıkar. İntihara kalkışan kişi kendisine yaşam hakkı tanımayan ve onu seçimsiz bırakan insanlardan artık intikamını almıştır. Her şeyi engelleyebileceklerini, her şeyi istedikleri gibi yönlendirebileceklerini düşünen insanların yüzüne kendi ölümünü bir tokat gibi çarparak seçimsiz bırakıldığı hayatında, gerçekten kendisine ait olan ve kimse tarafından engellenemeyen bu seçimi yaptığı için artık mutludur. Adeta huzursuz başlayan hayatını huzura erdiren bir şekilde sonlandırmıştır. O artık yoktur, bir daha da asla var olmayacaktır.
Son cümlelerimde intihar güzellemesi yaptığımı lütfen düşünmeyin; çünkü benim açımdan intihar eylemi, hiçbir çaresi kalmamış insanların başvurduğu ve değerli hayatlarını zorbalıklar nedeniyle sonlandırmak zorunda kaldıkları bireysel bir isyan yöntemidir. İsyan bayrağını çeken kişi yaşamına son vererek kendisini zora düşürenlerden intikam almak istememiş olabilir, hatta belki de ölümü insanlar tarafından alkışlanmış bile olabilir; bunu bilemeyiz. Fakat hayatları boyunca baskılanan, aşağılanan veya zoraki olarak istemedikleri hayatlar yaşatılan insanların yaşamlarını kendi arzularıyla sonlandırma seçeneklerinin halen dahi ellerinden alınamadığı gerçeğini görebiliriz. Umarım ki böylesi zor karar almış olan herkes hayatlarının son dakikalarını bu iç huzurla geçirebilmişlerdir.
...
Yaşamayı seçme hürriyetimiz olmasa da yaşamamayı seçme hürriyetimizin olduğunu bilmek bana istemsiz bir huzur veriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder